22 Aralık 2010 Çarşamba

Hayaller dünyası

İlk yazımda herkesten hayal kurmasını istemiştim. Pek hatta hiç hayal gelmedi ama ben sözümü tutuyorum ve hayallerimi sıralıyorum.
Bundan bir ay önce bir bayanla tanıştım. Bir şirkette yönetici pozisyonunda çalışıyordu. Çok formda, kendine bakan, giyinmesini bilen bir kadındı. Konuşmamız esnasında tüm hareketlerini inceledim. Her hareketi çok estetikti. Konuşmalarından çok otoriter bir kadın gibi duruyordu, ama kızından bahsederken de yufka yüreği ortaya çıkıyordu. Tüm bunları gözlerken herşeyiyle uyumlu ve kibar gördüm onu. Otoritesi de kibardı. İşte onunla tanıştığımda büyünce bende böyle olucam dedim. Sanırım yaşının benden  fazla olduğunu anlamışsınızdır. Aramızda bir yirmi sene var. Yani yemem gereken çok fırın ekmek var. Bu benim kariyerim ile ilgili hayalim. Ancak otorite konusunda bazı şüphelerim var. Çünkü yufka yüreğim fazlasıyla ön planda. Tabi bir de yıllar var önümde, belki yıllar öğretir diye umuyorum.
Tüm bunların yanında bir başka hayalim daha var. Bir göl düşlüyorum, gölün önünde ahşap iki katlı bir ev. Tabiki ufak bir bahçesi olan ev. Şöminesi olmalı dememe gerek yok sanırım. Birinci katının tüm ön cephesi camdan. Yani göle karşı kahvenizi yudumlayabilecek, dışarıda kar yağarken siz sıcak evinizde kar tanelerinin düşüşlerini görebileceksiniz. Böyle bir ev gördünmü derseniz evet derim. Bolu Gölcük'e gitmenizi ve askeriyeye ait gölün kıyısındaki tek evi görmenizi isterim. Aşağıdaki fotoğraflarla da oraya gitmenizi neden tavsiye ettiğimi göstermiş oluyorum.

Tabiki bu evin yeterince odası olmalı dostlarınız, sevdikleriniz rahatça kalabilmeli. Şöminenin önündeki sallanan sandalye ve yer yastıklarını unutmamalı. Bu evde teknoloji de olmalı. Kocaman televizyonunda en sevdiğimiz filmleri izlemeli, cd çalarımızla da en sevdiğimiz müzikler çalarken akşam şarabımızı yudumlayabilmeliyiz. Salonunda kocaman bir kütüphane olmalı. Kahvemizi yudumlarken en sevdiğimiz kitabı okuyabilmeliyiz. Mutfağında kocaman bir masa olmalı ki sevdiklerimizle uzun yemekler yiyebilmeli, uzun akşam yemeği sohbetleri yapabilmeliyiz. İçinde çok eşya olmamalı. Canımız çektiğinde salonun ortasını pist gibi kullanıp dans edebilmeliyiz. Yatak odaları yukarıdaki katta olmalı. Odalara ahşap merdivenler sayesinde ulaşabilmeliyiz. Her odanın ayrı bir kişiliği olmalı, odalar buna göre döşenmeli. Odaya giren bu farklılıkları görebilmeli.
Sabahları güzel kurabiyelerin kokusuyla uyanmalı, kahkahası bol kahvaltılar edilmeli. Sevgiyle döşenmiş, sevgiyle yaşanan bir yuva. İşte diğer hayalim. Beş sene önce hayalimin taslağı buna benziyordu, ancak her sene yeni bir şeyler ekliyorum. Mesela son zamanlarda şömine ve kitaplığı ekledim. Geçen her dakika yeni bir şeyler ekleyebiliyor yada değiştirebiliyorum. Değişmeyen bir şey var mı ki dünyada hayallerim hep aynı kalsın...

15 Aralık 2010 Çarşamba

Yılbaşı hayali...

Günler yaklaşıyor. Bir telaş var etrafta. Herkes yeni yılı nasıl karşılayacağını planlıyor. Bende planlamaya çalışanlardanım. Çok başarılı değilim bu konuda ama çabalarım var. Hayallerim var. Yılbaşında bir kere kar olmalı. Şöyle dizlerine kadar. Elimizde eldiven etrafa kar toplarını sallamalı, karın içinde özgürce yuvarlanabilmeliyiz. Akşam yemeği bir ziyafet olmalı, sofrada en sevdiklerimiz. Süslenmiş güzel bir çam ağacı olmalı. Bir de  şömine olmalı kesinlikle.
Soğuk havayı ateşiyle ısıtan şöminenin yanında bir çift sallanan sandalye olmalı. Etrafta tabi en sevdiklerimiz de olmalı. Bir kaç kadeh şarap keyiflendirebilir. Güzel bir müzik. Gecenin ilerleyen saatlerinde kar oynamak için dışarı çıkılır tabi, sonra ısınmak için sıcacık eve dönüş. Sıcak yuva ahşaptan yapılma müstakil bir ev. Tüm sevdiklerini ağırlayabilecek kadar odası olmalı. Şöminenin etrafında kocaman yastıklar. Oturup sohbet etmek için bir sürü yastık. Yeni yıla yaklaşırken ritmi yüksek müzikler ve mutlulukla edilen danslar. Tabiki bahçede özenle yapılmış, kocaman bir havuçtan burnu olan kömür gözlü bir kardan adam. Perdeler sonuna kadar açık, güzel kardan adam gülen gözleriyle mutlu eve bakar. Sıcacık kalpler neşeyle kalplerindeki güzel dileklerinin gerçekleşmesi beklentisiyle yeni yılı bekler...

14 Aralık 2010 Salı

Zor bir günün ağırlığı

Zor bir gündü benim için. Çok zor. Hani gözleriniz dolar, ağlamak istersiniz tam o sırada yutkunursunuz kocaman ya, işte aynen öyle. Kocaman kocaman yutkundum. Taki sesini duyana kadar. Sağanak yağış geldi ardından. Onca zaman bastırılmış duygular ne yazıkki yutkunduğunuz an gibi durmuyor her zaman. Şu an kimse bir şey anlamadı yada çok yakınımdakiler anladı. Ama amacım anlaşılmak değil şu an. Sadece yazmak. Zor günümü, zor anımı yazmak. Yazdıkça hafifletmek, yazdıkça endişeleri azaltmak. Endişe, korku insanı bitiren, kemirip duran bir fare. En güzeli rol yapmadan, yutkunmadan tüm duygunuzu yansıtmak. Yoksa saklananlar zaman geliyor gerçeğinden daha güçlü karşınıza çıkıyor. Kimsenin saatlerini endişelenerek geçirmemesi dileğiyle der sihirli. Sizlere sihirli rüyalar...

11 Aralık 2010 Cumartesi

Anne ben hiç evlenmeyeceğim...

Aklımda yazmak için bambaşka şeyler vardı ama bugün öyle bir diyalogla karşılaştımki içimden hemen oturup yazmak geldi. Kelimeler içimden akıp gidiyordu. Ama yazacak konumum yoktu çünkü çok derin bir alışveriş macerası içindeydim. Bir yandan da kafam bugün bitirdiğim Açlık Oyunu adlı kitabın ikincisini bulmakla meşguldü. Beni bu denli yazı yazmama iten diyalog mu neydi?
Mağazanın içersinde deli gibi raflara bakıyorum. Yanımdan küçük iki tane kız çocuğu geçti sizdeyin 6 ben diyeyim 7 yaşında. Birinin elinde bir elbise. Güzel de. Zevkli çocuk diye geçiriyorum içimden. Anne dedi kız, bu çok güzel bunu alsana. Annenin cevabı "Baban giydirir mi sence kzım onu". O boyda elbiseyi baban hayatta giydirmez diye ekler anne. Kız babasının giydirmeyeceğinin farkında ama elbiseyi de çok beğeniyor. Ama anne bu tunik gibi taytla da giyebilirsin diye ekliyor. Ben şaşkınlık içindeyim o yaştaki çocuk neler biliyor diye. Bu sefer kızın yanındaki arkadaşı cevap veriyor. Aslında bu cevap ne kadar vahim durumda olduğumuzun bir kanıtı. Benim babamda anneme giydirmez. Aman Allahım gözlerim faltaşı gibi açılıyor. Üstelik elbise öyle minnacık bişey değil. Sonra diğer küçük kızdan bomba cümle geliyor. Bütün erkekler böyle demekki, anne ben hiç evlenmeyeceğim. Anne gülmeye başlar. Kız devam eder, evet evlenmeyeceğim ve minnacık etekler giyeceğim hiç kimsede bana karışamayacak. Şimdi çocuğun yanaklarından öpsem olacak mı? Yada anneye daha bu yaşta kızına erkek hegemonyasını öğretmeye başladığı için kızsam mı bilemedim.
İçimdeki tüm feminist duygular ayyuka çıktı. Üstelik giyim özgürlüğünün erkekler tarafından kısıtlanmasına dayanamayacak bir karakterim var. Aynı zamanda erkeklerin giyilmesini istemedikleri o kısa etekler de erkekler yüzünden.

Bu tabloyu ilk defa yaşamıyor, görmüyorum. Bu sahneleri çok kez gördüm. Arkadaşlarım tarafından atılan etekler, elbiseler... Neden çünkü yeni ilişkileri eski elbiselerini kaldıramıyordu. Ben bir erkek nedeniyle gardrobunu değiştiren kadınlara dayanamıyorum. Bu kararın başka biri tarafından hele ki bir erkek tarafından alınmasına dayanamıyorum. Kadınları elbiselerine göre sınıflandıran erkeklere dayanamıyorum. Erkekler için elbiselerinden, düşüncelerinden, hayat tarzlarından vazgeçen kadınlara dayanamıyorum. Sanırım bu da annmeden öğrendiklerimden.
Mutluyum ne böyle bir kadınım nede böyle bir erkekle evliyim...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Baba ve Kızları...


Baba bir bakış attımı herşey anlaşılırdır aslında. Söze gerek yoktur çok fazla, gözlerine dikkatlice bakmanız yeterlidir. Çoğu zaman korkarak izin almaya gittiğinizde şaşırtıcı bir şekilde evet der sorunuza. Aslında kötü olmayan bir şey için ancak cesaretinizi toplayıp yanına gittiğiniz için cevap olumludur. Anlaşılmayacak bir şey yoktur da ancak büyüyünce anlarsınız. Sizi korumak için bazen hiç sevmediğiniz kararlar verir, o zaman kızar öfkelenirsiniz. İlk çatışmalarınız o zaman başlar. Ancak bir iki gün ayrı kalmanız bile gözlerinizin dolmasına yeterdir. Onun yokluğunu düşünmek bile ağlamanıza neden olur.

Babanızı sorduklarında gururla anlatırsınız. Çünkü o sizin kahramanınızdır. Gözleriniz parlar. O herkesten daha iyisini bilir. Başınız sıkıştığında, karar vermeniz gerektiğinde ilk fikir sorduklarınızdandır. Başınız sıkıştığında ilk el uzatanlardandır. Canınız yandığında ilk canı yananlardandır. Sakın unutmayın bir babayı üzdüğünüzde kızı tırnaklarını çıkarıp saldırmaya çoktan hazırdır. Babası unutur belki ama kızı sizi hiç unutmaz. O yüzden iki kere düşünmeli. Baba affeder fakat kızı affetmez.
Babanızla kavga etseniz de, tartışsanız da yine de ayrı kalamazsınız. Hatalı da olsanız, en ufak gülümsemeniz babanıza herşeyi unutturur. Çünkü babanız sizin kahramanınız, siz ise babanızın büyümeyen prensesisinizdir.


Kızlar için babaları çok önemlidir, çünkü gizli koruyucu melekleridir. İlk tanıdıkları erkektir. Bir çok değeri ondan öğrenirler. Bu değerler kızlarının hayat çerçevesi olur. O çerçeve kızının kişiliğidir. Sadece baba mıdır bu çerçeveyi çizen tabiki HAYIR. Bir de anne vardır. Sıcak kucağında, mis kokusunda huzur bulduğumuz. Anne ve kızları ise bir sonraki yazımda. Bugün baba ve kızları sihirli penceremde. El ele tutuşmuşlar yemyeşil çayırlar içinde yanlarında papatya tarlası masmavi gökyüzüne bakıyorlar.
Kalplerinde ise kocaman sihirli bir sevgi...

5 Aralık 2010 Pazar

Anlamadıklarım bölüm 1...

Hayatım boyunca anlamadığım çok şey oldu. Şimdi birinci bölümünü yazıyorum.

1- Neden etrafta bu kadar zayıf kadın var? Yada ben sadece zayıf olanları mı görüyorum?
2- Çok yediği halde kilo almayanlara gıcık olan tek ben miyim? Peki ben niye onlardan biri değilim?
3- Trafikte kadın şoför gören erkekler neden sıkıştırmak için yarışıyor?
4- Trafiğin kralı neden otobüs şoförleri? Ve neden onlar asla yol vermezler, hatta aksine devamlı sıkıştırma eğilimindedirler?
5- Neden arıza çıkarmadan mağazalar sorununuza çözüm bulmazlar? Çözümler sadece yüksek sesle konuşanlar için midir?
6- Yemek yapmak neden kadınların görevi olarak algılanmıştır ama neden iyi aşçılar erkektir? Bu bir çelişki midir?
7- Ülkemizde ev işlerinden neden sadece kadınlar sorumlu görülür? Çalışan kadın ile çalışan erkeğin arasındaki eşitsizlik ata erkil toplum olmamız mı? Yoksa kadınların bu durumu peşinen yıllarca kabul etmesi mi?
8- Herşeye evet diyen uyumlu mudur? Uyumlu mu gözükür? Yoksa kişiliğinin sınırları mı yoktur?
9- Neden evlenen çiftlere ilk soru çocuk ne zaman diye sorulur? Örf adetlerine bu kadar bağlı bir millet nasıl  yatak odasını sormayı normal kabul eder?
10- Aldatan erkeğe önce nedenini sormalı, kadın ilgisiz, bakımsız, suratsızsa erkek haklıdır diyen kadın düşüncesi kendi başına gelince ne diyecektir?
11- “Azı karar çoğu zarar” ise, “fazla mal göz çıkarmaz” nedir? Atalarımız da bir çelişki içersindemiydi?

Hep düşünüyorum. Ben mi anormalim yoksa olanlar mı anormal. Sadece aklıma geldi yazdım. Eğlencelik, kuruyemiş yazısı pazar akşamından gelsin.

3 Aralık 2010 Cuma

İçime doğru...

İnsanın kendini keşfetmesi çok zor değil aslında. Zor olan etrafındakileri keşfetmesi. Çünkü sana bakan gözler kendi gibi bakmaz çoğu zaman. Ama sen eğer kendin gibi bilirsen karşındakileri kanarsın en ufak gülümsemeye tatlı söze. Halbuki zaman vefa zamanı değil. Zaman çıkar zamanı. Çıkar olduğu sürece dostsun, iyisin, güzelsin, meleksin. Çıkar yoksa eğer arada o zaman bencilik nedir anlarsın. Anlamak için zaman gerekir, ortam gerekir. Çıkarı olmadığı bir zaman dilimi gerekir. İstermiyim bu zaman dilimini, bu ortamı diye sorarsanız. Evet isterim. Çünkü insan tanımak çoğu zaman zor benim için. Herşeyimle tüm elimdekileri karşılıksız vermeyi sevenlerdenim. Kaç tane kaldık dünyada bunu bilmem. Ama bildiğim bir şey var, artık aptal da değilim. Küçük ayrıntılar yetiyor bazen anlamama bazı şeyleri. İçlerinden diyorlarki aman anlamaz iyi niyetli, iyi kalpli, dikkat etmez diyorlar. İşte kalbimin küçük ayrıntılara ne kadar önem verdiğini bilmiyorlar. Aslında ne kadar kırılgan olduğumu, aslında gösterdiğim özeni beklediğimi, yüzde yüz güvenle başladığım ilişkimde sayıların hızla indiğini bilmiyorlar. Çünkü zaman harcamak gerek karşındakini tanımak için. Keşfetmek için önce istemek gerek. Nasıl olsa hep yanımda dediğinde aslında yanında olmayacağını bilmen gerek.
Arayın vefa nedir diye. Çok tanım bulursunuz etrafta. Tanımlar, hikayeler, oyunlar...
Vefa bir bağlılıktır. İyi günde de kötü günde de yanında olandır vefalı. Belki de hep yanında olmayı bilendir. Ne olursa olsun kendinden önce seni düşünebilendir vefalı dost. Eğer çevrenizde varsa böyle biri çok zenginsiniz herkesten. Keşfettiyseniz herşeyiyle karşınızdakini, ve eğer gerçekten vefalı dost listesine girebildiyse sakın onu üzmeyin. Lakin bir daha bulamayabilirsiniz.


Ben şimdi kimi şuçlayayım. Herkes kendi gibi değil, vefa nedir bilmiyor diye kimi suçlayayım? Karşımdakileri mi? Ona bunu öğreten aileleri mi? Bunu aşılamayan eğitim sistemini mi? Her gün aksini gösteren televizyon dizilerini mi? Yoksa vefasızlığı, ihaneti, dalavereyi merkezine oturtmuş dünya sistemini mi?
Suçlamak kalbimdeki sızıyı dindirecek olsa suçlu çok. Ama suçlamak hafifletmiyor, çünkü o da seni onlara benzetiyor. Kalbini kötülerle kaplamak, bir süre sonra onlar gibi düşünmeye başlamana neden oluyor. Peki düşünmeyeyim hiç birşey yokmuş gibi mi yaşayayım?Hayır tabiki de. Onu da öğrendim. İyi kalbini sonsuza kadar koruyacaksın, ama karşındakilere hak ettikleri kadar değer vereceksin. Yani onun kadar davranacaksın. Onun ederinden fazlaysa yapacağın, işte orda durup bir daha düşüneceksin. Keşfetmişsen karşındakini değer diyorsan eğer devam edeceksin. Hayır daha keşif yollarındaysan o zaman iyilikle aptallık arasındaki ince çizgide duracaksın. Hak ettiği kadar değer vereceksin yoksa gerçek sanıyorlar...

29 Kasım 2010 Pazartesi

YARATICI DRAMA'NIN SİHİRİ

Belki duydunuz, belki duymadınız, belki içindesiniz, belki içinde olmak isteyenlerden.Yaratıcı Drama'nın büyüsü. Dramayı kelimelerle tanımlayabilmek oldukça zor ancak drama için oyun ve canlandırmaya dayalı olarak günlük yaşamdaki herhangi bir sözcüğün, kavramın, sesin, bir konunun, bir masalın, öykünün, şiirin ya da kişilerin kendi uydurdukları öykülerin, durumların canlandırılması, oynanması denebilir.Yaratıcı drama çalışmalarında, tiyatro olgusunda olduğu gibi; bir başlangıç ve son bölümü olmayabilir. Ancak bildiğimiz çocuk oyunlarındaki gibi belli kuralları ve bu kuralar içindeki sonsuz özgürlükleri içerir. Çocuklar için bir eğitim yöntemi olduğu kadar aynı zamanda yetişkinler için de bir eğitim yöntemidir. Yetişkinler çocuk olmayı, özgür düşünmeyi, oynarken bedenlerinin tatlı yorgunluklarını tadarlar. Çocukluklarından unuttukları ne varsa onları hatırlarlar. Acaba o ne der, aman o görmesin kaygısı olmadan kendin gibi olduğun yerdir. Rollere büründüğün, empati kurduğun, duyularının farkına vardığın, dünyaya farklı gözlerden bakabildiğin bir dünyadır. Tüm monotonluktan kurtulduğun bir alandır. Hiç bu kadar özgür hissetmezsin. Zorlama, baskı, önyargı, yalan yoktur bu dünyada. Gerçek dünyanın yansımalarını seyredersin. Kendin gibi olduğun için tarifsiz bir mutluluk sarar içini. Bu hisse bir kere alıştınmı onu bırakamazsın.
Çocukların ise düş gücünü geliştirir ve zenginleştirir. Çocukların işbirliği yapma, sosyal ilişkiler, iletişim kurma gibi sosyal yönlerinin gelişmesine katkıda bulunur. Çocuğun aynı zamanda sosyal gelişimini hızlandırır. Yetişkinlerin çocuk ruhlarını bulmasına yardım ederken, çocukların ruhlarının sağlıklı gelişmesine yardım eder.
Yaklaşık bir aydır yaratıcı drama kursuna devam ediyorum. Daha yolun başlangıcında birinci aşamadayım. Darama lideri olabilmem için daha 5 aşamam daha var. Son aşamam proje aşaması. Yolun daha çok başındayım . Her oturumda yeni birşey öğreniyorum hayata dair, kendime dair, insanlara dair. Her defasında çok yoruluyorum, ama her defasında yorgunluktan sızarken dudağımda tatlı bir gülücük oluyor. Çünkü öğreniyorum. Öğrenmenin tarifsiz güzelliği ile öğretmenin tanımlanamayacak sihiri birleşince hayatım anlam buluyor. Farklı insanlar tanıyorum. Herkesin amacının bir olduğu, yaşamlarının farklı olduğu bir topluluk tanıdım. Hepsinden farklı bişey öğrendim, öğreniyorum ve öğreneceğim.
En son ilkokul yıllarımda oyun oynamıştım. Sonra sınav maratonu yaşamam gereken çocukluğumu yaşatmadı. Balkondan bakıldı çocukluklara. Büyüdüm ama çocuk ruhum hala içimde. Onu bulmama, keşfetmeme yardım etti. İnsanların içindeki çocuk benliği yaratıcılığı ortaya çıkarır. Ama bizler hep yetişkin benliği ile yetiştiğimizden çocuk benliğimizi hep iter kakarız. Onu görünmez hale getiririz. Halbuki yaratıcılık ancak çocuk benliğinin yetişkin benliği ile birleşmesiyle ortaya çıkar. İşte ben bir ay önce çocuk benliğimi buldum. O hep içimdeymiş onu çıkardım. Tekrar buluştuk, özlem giderdik.
Küçük küçük oyunlarla başladık derslere. Önce koşturduk, yorulduk, ne oldu koştuk da dedik. Sonra oturup düşündük. Anladık ki aslında beş duyumuzu kullanmıyoruz, anladık ki güven duymuyoruz, anladık ki uyum içinde olmak çok zor. Basit oyunlar dizisi değildi. Hayatın ta kendisiydi. Belki de biz hayata oyun adı vermişiz. Hayat aslında bir oyun, sen nasıl oynamak istersen öyle oynuyorsun. Büründüğün roller kendi belirlediğin roller. Her oyunun olduğu gibi bu oyunun da bir sonu var. Kazanan mı? İşte o sizin elinizde...

12 Kasım 2010 Cuma

Plan yapmanın inanılmaz hafifliği

Geçmişime bugünüme baktım şöyle bir. En çok yaptığım ne? En çok plan yapıyorum. Hesaplar yapılır ya ömrümüzün şu kadarını yemek yiyerek, şu kadarını uyuyarak geçiriyoruz diye. Bana plan yapmayı mutlaka eklemeliler. Plansız yaptığım çok az şey var onu farkettim. Bugünse bir plansızlıklar zincirinin içinde buldum kendimi. Sıkıldım, gerildim, çok rahatsız hissettim kendimi. O zincirin içinde bulunmak zorundaydım ama azap çektim. Ruhum daraldı. Ayıpladım, eleştirdim. Sonra bitti. Plansızda olsa tamamlandı. İşte o zaman kendime döndüm. Neden bu kadar rahatsızdım? Sorun plan değildi. İnsanların sorumsuzluklarına, öyle yada böyle olur işte deyişlerine, boşvermişliklerine, olsunda nasıl olursa olsun demelerine bu zihniyete kızdım. Kendime de kızdım. Ölümümü de mi planlayacaktım. Herşeyi ne kadar planlayarak devam ettirebilirdim. Biraz plansızlığa alışmalıyım. Yoksa lanetin teki oluyorum. O tatlı gülümseyen surat şeytan görmüşe dönüyor. Evet iş hayatında planlı olmak, planlıdır sıfatını kazanmak çok büyük bir meziyet. Ama gel gör ki herşey heryerde planlı olmayabiliyor. Esneklik diyelim şuna. Azıcık esnek olabilemek lazım yoksa hayat çekilmiyor. Beyin bu kadar düşünceyi taşımıyor.Bugün plansızlıklar yumağında dolandım durdum. Baş ağrımın sebebinin çok plan yapmak olduğunu buldum. Bunları düşünürken, kendimi yarın ne giyeceğimi planlıyorken buldum. Huylu  huyundan vazgeçmezmişle bitirdim...

11 Kasım 2010 Perşembe

Eğitim vermenin sihirli dünyası...

Sihirli bir dünyanın kapılarını açacağım bugün size. Tarif etmesi zor ancak deneyince tam olarak anlaşılacak bir his. Sihirli diyorum çünkü sizi bir anda başka biri yapabiliyor. Biraz önceki kızgın, gergin, heyecanlı, umutsuz veya mutsuz kişi olmuyorsun. Her neyse hissettiğin öyle yada böyle mutluluğa, hazza, sevgiye dönüşüyor. Bir şeyler anlatmanın hazzı sizi sardıkça, ondan vazgeçemiyecek hale geliyorsunuz. Sahneye çıkan sanatçının alkışları duyduğundaki his kaplıyor içinizi. Tek tek gözlerine dokunuyor gözleriniz. Kimisi yorgun, kimisi bilgiye aç bakıyor. Ama sonunda tüm gözler sevgiyle ve teşekkürle baktığında işte benim eserim diyorsunuz. Eğitim verdikten sonra bir süre hep gülümseyerek bakıyorum etrafa, küfür etseler teşekkür edecek gibi oluyorum. Sonra yemek yiyemiyorum. Sanki biraz önce beni dinleyenler elleriyle en lezzetli yemekleri yedirmişler gibi tok hissediyorum. Bir de tatlı bir yorgunluk oluyor. Sadece böyle zamanlarda yorgun olmaktan keyif alıyorum. Çünkü boşuna değil bu yorgunluğum. Biraz önce bir çok hayata elim değdi. Bir kelime bile olsa öğrendiği yeter bana. Bin yıl mutlu eder beni. 6 senedir bu işi yapıyorum, bir gün sıkılmadım eğitmekten, bir şeyler anlatmaktan. En büyük kazancım eğitimlerime katılanlar oldu. Garip bir bağ oldu aramızda tarif edilemeyecek kadar özel ve sihirli. Her gördüğümüzde birbirimizi yüzümüzdeki gülümse daha da arttı. Onların başarıları geldi kulağıma, ağzım kulaklarıma vardı. Övündüm onlarla. Hep sizin sayenizde dediler, halbuki ben sadece içlerindeki ışığı gösterdim, yeni ışık yaratmadım. Onlar zaten vardılar, ben görünmelerini sağladım. İyi bir ekip olmanın en önemli kuralı birbirini sevmekti. Ben eğitimime katılanların hepsini önyargısız sevdim. O yüzden onlarda hep beni sevdi. Eğer katılanlarla bağ kurmazsan istediğin kadar bilge ol hiç bir işe yaramaz. Sihirli bir dünyanın kapılarını azıcık araladım. Öyle büyük, öyle farklı bir dünyaki anlatmakla bitmez. Derinlere girmek, aslında o anı yaşamak gerekir. Eğitim işi gönül işi, sevmeden yapılamaz, sihiri görülmez. Tatlı bir huzur var içimde. Farklı dünyalara dokundum, mutluyum çünkü gülen gözleri gördüm...

3 Kasım 2010 Çarşamba

Hayal bu ya...

Daha az hayal kurar olduk sanki. Ya geçmişi yaşıyoruz ya geleceği planlıyoruz. Hayal kurmuyor planlar yapıyoruz. Şimdiyi yaşamıyor, yaşayamıyor, sadece planlar yapıyoruz. Aynı anda bin tane şey düşünüp hepsini yapmaya çalışıyoruz. Bu sırada hayal kurmaya zamanımız kalmıyor. O zaman bu bir başlangıç olsun. Hadi hayal kuralım ne dersiniz. Önce sizlerden alacağım hayallerinizi. Sonrada ben hayalimi anlatacağım. Zor değil. Çok düşünmenize gerek de yok. Kalbinizi dinleyin ve bu sırada sizi gülümseten fikri yazın. Bu kadar kolay. Sonrada nasıl hissettiğinize bakın. Bir hayal ve derinlerden gelen tebessüm. Başlıyoruz ilk oyuna. Sihirli pencerinizdeki hayal ne...

Sihirli Pencereden başlangıç...

Bu bir başlangıç. Herşey için bir başlangıç. Artık saklanabileceğim kendime ait bir yerim var. Aklımdan geçenleri istediğim gibi aktaracağım, hayallarimi yaşayacağım bir yer var. Burası hem sizin hem benim yerim olacak. Nelerin başlangıcı bilinmez. Hayat bu. Hayat benim sihirli penceremde...