24 Mayıs 2011 Salı

Kızıyorum...

Kendini hoyratça kullananlara kızıyorum. Sanki  hiç ölmeyecek, hiç hastalanmayacakmış gibi kendini hırpalayan, etrafını düşünen onda biri kadar kendini düşünmeyenlere kızıyorum.
Kızıyorum ilişkilerini hoyratça hırpalayanlara kızıyorum. Ben merkezcil düşünmeye kendini odaklamış, arada bir etrafına bakmayana kızıyorum.
Empati kurmayana, kurmak istemeyene, kurunca da beceremeyen üstünde emanet duranlara kızıyorum.
At gözlüğünü takmış amaçsızca koşanlara kızıyorum. Kendi geleceğinden geçtim, gelecek nesilin geleceğini de düşünmeyen at gözlüklü insanlara kızıyorum.
İnsanlara hayvan diyenlere kzıyorum. Bazen ağzımdan kaçıyor düzeltiyorum. Hayvan bir küfür değil, tam tersi bir iltifat artık. Çünkü insani duygularını unutmuş o kadar çok insandan bozma yaratık var ki etrafta. Bunca hayvana hakaret etmek hiç de adaletli değil.
Kendisine armağan olarak verilen Dünya'yı sanki sadece kendi malıymış gibi fütursuzca kullananlara kızıyorum.
Sormadan, sorgulamadan birilerini yada birşeyleri eleştirenlere, damgalayanlara kızıyorum.
Sütten çıkmış ak kaşık olduklarını iddia edip kaşığın sapı bile olamayanlara kızıyorum.
Geçmişini, geldikleri yerleri, atalarını unutanlara kızıyorum. Kızmam yetmiyor sövüyorum.
Mevkileriyla yaşayıp, mevkileri sayesinde üstün insan olduklarını sanan zavallı topluluğa kızıyorum.
Hiç bir iş yapamayan ancak her fırsatta ah çok işim var, çok iş yaptım diyenlere kızıyorum.
Kendini bilmezlere kızıyorum.
İletişim eğitimi veriyorum dediğimde sen iletişimcimisin diyen ve bir şey bilmeyen ama bilmiş havasıyla karşıma geçip soru sormaya çalışanlara kızıyorum. Ah ben iletişimci değilim ama sen necisin acep?
Ya peki bu eğitim benim uzmanlık alanım değil dediğimde ne var canım açıver powerpointi anlat işte diyen dangalaklara ne demeliyim. Kızıyorum kelimesi az kaldı, sansürlemek de hoşuma gitmedi. Siz hayal gücünüzü kullanın bana hepsi uyar.
Sessizliğin anlamını bilmeyenlere, kullanmasını bilmeyenlere kızıyorum.
Leş gibi kokan insanların, kişisel hijyen eğitimi de neymiş deyip seni aşağılamaya çalışan, zavallı acınacak insanlara kızamıyorum. Cehalet işte diyebiliyorum.
Ne kültür birikimiyle, ne insanlığıyla, ne de tavırlarıyla beş para etmeyen insanların kendilerini bişey zannetmelerine kızıyorum. Bu kalitesizlere prim verenlere sadece kızmakla kalmıyorum...
Konuşmayı bilmeyenlerin ısrarla boş boş konuşmada ısrar etmesine kızıyorum.
Üç kuruş için bırakın anasını babasını ruhunu bile satmaya göz yuman insan müsvettesi insanlara kızıyorum.
Yaşam kalitesinin ne olduğunu bilmeyen ama kendini hayat profesörü zannedip senin hayatın için tavsiyelerde bulunan dar görüşlülere kızıyorum.
Kendini kadının efendisi sanan erkek müsvettelerine kızıyorum.
Kendini erkeklere köle eden, onların hayatını yaşamaya çalışan kendi kişiliklerini bulamamış, bulmaya da çalışmayan kadınlara kızıyorum.
Uçkurları yüzünden binlerce kadının, çocuğun hayatını mahfeden yaratıklara kızmıyor ana avrat küfür ediyorum.
Kızıyorum çok kızıyorum. En çok da düşünmeyi unutan insan topluluğuna kızıyorum. Bu yüzden de kızmakla kalıyoruz ben ve ben gibiler. Bizler haklı çoğunluk olamadığımız sürece sadece kızacağız. Bir de imkan verdikleri ölçüde yazacak, orda burda konuşacağız. Sonra sesimiz olurda fazla yüksek çıkarsa, bastırılacağız.
Kızıyorum ama sadece kızmakla kalıyorum. Çünkü düzen öyle bir düzenki ne yazıkki pirincin içindeki bu kara taşları seve seve barındırıyor. Artık pirinçler değil siyah taşlar çoğaldı tepside. Biz de azınlık pirinçler olarak ancak böyle kızıyoruz umutsuzca...

19 Mayıs 2011 Perşembe

Canımın Tezliği...

Canımın tezliği beni yorar oldu. Herşey hızlı, herşey hemencecik olmalı. Beklememeli, düşünmemeli, sallantıda bırakmamalı. Hemen şimdi şuan oluvermeli.
Ah bu his beni nasıl yormakta bir bilseniz. Annemin karnında dokuz ay kalma başarımı kutluyorum bu aralar. Çünkü sanırım hayatımdaki en başarılı bekleyiş. Gerçi duygularımı tam hatırlayamıyorum ancak yine de zamanımı beklemem alkışlanacak bir davranış.
Herşeyin hemen olma ihtimali ne kadar azsa benimde bunları sabırla, sükunetle, adabıyla bekleme ihtimalim o kadar az. Beynim bazen durdurmak, durduramasa bile yavaşlatmak, rahatlatmak istiyor bedenimi ve ruhumu. Ama nafile. Ruhum, bedenimin içinde sıkışıp kalmış gibi içerden yumrukluyor. Üstelik bunu belli zamanlarda değil istediği olana kadar yapıyor. Acımadan, utanmadan, üzülmeden...
Bilmiyorki ne kadar debelenirse debelensin herşey olacağına varıyor. Olacağıda olması gereken zamanda oluveriyor. Senin koşman, senin bağırman, kızman, sıkılman hiç bir işe yaramıyor.
Bunu bilmiyor muyum sanıyorsunuz? Bilmez olur muyum. Ancak gel gör ki bunu zavallı ruhuma söyle. Kendini paralasada bu duygu ne beynimi ne ruhumu bırakıyor. Onunla yaşamayı öğrenmeye karar verdim, çünkü ya yaşayacağım yada bu duygu infilak ettirecek.
Ne yapmıyoruz? Zamana karşı koymuyoruz. Hemen kelimesini çok kullanmıyoruz. Az ölçüyle idare ediyoruz. Acele işe şeytan karışır diyoruz. Buna rağmen acele eden ruhumuza Şeytan azapta gerek diyoruz. Bırak paralasın kendini. Hayırlısı demeyi öğreniyoruz. Biliyorsak da ölçüsünü biraz daha fazla kullanıyoruz. Acele etmiyor, sakin oluyor ve derin derin nefes alıyoruz. Gözler yine kapalı, derin nefes alarak bunu yapabilirm diyoruz. Bekleyebilirim, bekleyebilirim. Sonra içimdeki bilmiş ses "Eee bekledim, ne zaman" der.
İşte filmin koptuğu an. Çok düşünme.
En iyisi bir şarkı hediye edip ben bu konuyu kapatayım yoksa sağlıklı düşünen beyin için ayrı yazı yazmam gerekecek...

 http://www.izlesene.com/video/model-buzdan-sato-2011-yeni-klip/3102087

12 Mayıs 2011 Perşembe

Sihirli Pencerem: Ordan, ordan olmazsa burdan, burdan olmazsa şurdan...

Sihirli Pencerem: Ordan, ordan olmazsa burdan, burdan olmazsa şurdan...: "Neymiş efendim Eurovision Şarkı Yarışması’nın yarı finalinde 19 ülke arasından ilk 10’a giremeyerek elenmiş Yüksek Sadakat. Vah vah. Derde b..."

Ordan, ordan olmazsa burdan, burdan olmazsa şurdan saçmalarız...

Neymiş efendim Eurovision Şarkı Yarışması’nın yarı finalinde 19 ülke arasından ilk 10’a giremeyerek elenmiş Yüksek Sadakat. Vah vah. Derde bakın. Ne yapacağız şimdi değil mi?
Onca işsiz varken, bunca tecavüz olayı ayyuka çıkmışken, kadınlar her an katledilme duygusuyla savaşırken, çocuk istismarı boyumuzu aşıp taşmışken, birileri çıkıp ülkeyi bir başbakan yönetemez eyaletler yapalım diyerek ülkeyi bölme işlemine başlangıç yapmışken, şehit ölümleri artık olağanlaşmışken, biz bu elenme utancıyla nasıl yaşarız bilemiyorum. İki gündür ağlıyorum nasıl olur bu, bu bize revamı diye. Gözümde yaş kalmadı.
Onun hüznü bitiyor Nihat Doğan üzüntüsü alıyor başını gidiyor. Ülkemizin yeni idolü ıssız bir adada aç aç dolaşıyor. Üstelik yalnız Kral. Yemek yapmayı bilmez, kendine bakamaz. Nasıl yaşayacak orda kederleniyorum. Adadakiler de bu muhteşem adamla konuşmuyor. Kederim bir kat daha artıyor. Adam duyarlı, uyarıyor bizi aman dikkat edin seçim öncesi taşkınlık yapmayın diyor. Nasıl düşünceli, nasıl duyarlı bir vatandaş. Şimdi herkes kara kara bu elenme olayını ona nasıl açıklayacağız diye düşünyor. Haklılar. Bu utancı ona anlatırsak kalp krizi bile geçirebilir. Onu kaybetmek son isteyeceğimiz şey. Bu yüzden onu o adada izole etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Büyük adamlar kolay gelmiyor dünyaya. Korunmalı kollanmalı...
Pascal'ı kınıyorum sonra, bu büyük insana nasıl el kaldırdı diye. Bir hafta haber yapıldı, bence az. Daha çok yazılıp çizilmeliydi. Hatta ceza almalıydı. İnsan elini kaldırmadan, kafayı atmadan önce nereye el kaldırdığına, nereye kafa attığına bakmalı. Bu kadarda şuursuz olunmaz ki. Kınadım, çok kınadım. Dünya gazetelerinde haberi aradım bulamadım. Olmadı. Bu habere gereken özen gösterilmeliydi.
Tüm bunlara üzülürken kafam da karışık biraz. Bisküvi, püskevit, püsküit, pisküit, bisküit, pesküit...Pes vallahi hangisi bilemedim. Belki de Türkiye'nin en önemli gündemi. Açıklığa da kavuşmadı. Halk dili, Türk dili, Başbakan dili, Muhalefet dili. Bilemedim hangisi doğru. Kimse bu konuya gereken önemi vermedi. Hep şu şifre konuşulup duruyor. Kimin umrunda şifre, yanlış puanlama, yanlış soru vesaire. Boşversene olanla ölmüşe çağre yokmuş bilmiyor musunuz? Sınav bitmiş. Herkes soğuk sularını içeceğine, bir kaç öğrenci çıkmış mahkemeye vermişler. Ne oldu? Kim istifa etti, kim özür diledi, kim tamir edeceğiz dedi. Akıntıya kürek çekmek denir buna. Boşverin siz bunları. Daha büyük dertlerimiz var bizim.
Nihat'ın durumuna üzülmeli, onun için kayda değer bişeyler yapmalı, yalnız olmadığını hissetirmeliyiz. Eurovision şarkı yarışması için yeni stratejiler geliştirmeli, bu utancın izlerini silmek için harekete geçmeliyiz. İnternet sitesindeki filtreleme için Allah'a şükür etmeli, geç bile kalınmış bu önlemi alanları kutlamalıyız. Sınav sonuçlarına itiraz etmeyi bırakmalı. Kader denen şeye inanmalı ve daha ötesine geçmeye çalışmamalıyız. Ha bir de kaset olayı varki. Son derece önemli. Kimin ne gibi kirli çamaşırları varmış bilmeli, ortaya çıkarmalı. Özel hayatmış. Yok özel hayat falan. Herkes dikkat edecek kendine.
Tüm bunlar işsizlikten, toplumsal bozulmalardan, eğitim ve sınav sistemimizden, yolsuzluklardan, ülkenin bölünmesinden daha önemli.
O zaman  ne yapmalı. Nihat Doğan'a sahip çıkmalı, Nouma'ya dayak atmalı, YGS'ye itiraz edenleri uyarmalı, özel hayatımıza dikkat etmeliyiz.
İşte biz böyle ordan, ordan olmazsa burdan, burdan olmazsa şurdan saçmalarız...

8 Mayıs 2011 Pazar

Masalımsı geldin sen bana hayat, mutlu sonları severim bilesin...

Mutlu sonla bitmeyen filmi izlemem. Mutlu devam etmeyen diziyi takip etmem. Devamlı homurdanan, surat asan insanı etrafımda istemem. İllaki etrafımda dolanacaksa, açarım ağzımı yumarım gözümü. Ağlatan şarkılardan haz almam. Sonunda acı olan romanı okumam, masalı anlatmam. Kötü olana karşıysam sonuna kadar karşı olurum. Mefaatlerimiz birleşirse de kötüyle, saf değiştirmem. Döneklik etmem. Menfaati uğruna herşeyini satana şaşırmam. Kızmam sadece gülerim. Herşeyini kaybettiğini ne zaman anlayacak onu merak ederim.
Hayvanı sevmeyenin insanı hiç sevmediğini düşünürüm. Bu dünyada işi görülmeyenlerinin işinin öteki dünyada halledileceğini düşünür içimi rahatlatırım. Stresi kendi içimde severim. Başkasında sevmem.
Başkalarını düşünmeyi sever, hata yaptığımda doğrularımı hatırlamayanlara sinirlenirim. Sinirlenince yine ağzımı açar gözümü yumarım. İçten pazarlılıklardan değilim, olmadım, olamam hiç. Yapmacıksız olduğu gibi severim.
Seni de severim hayat, sana çok belli etmesemde. Masalımsı geldin sen bana hayat, mutlu sonları severim bilesin...

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Sihirli Pencerem: Para değil derdim, mutluluk isterim...

Sihirli Pencerem: Para değil derdim, mutluluk isterim...: "Enerji. Ruhuma bir enerji geldi ki sormayın. Ofiste ayaklarımı ritme göre salllıyorum. Ara sıra kafamıda sallayarak müzikle bütünleşiyorum. ..."

Para değil derdim, mutluluk isterim...

Enerji. Ruhuma bir enerji geldi ki sormayın. Ofiste ayaklarımı ritme göre salllıyorum. Ara sıra kafamıda sallayarak müzikle bütünleşiyorum. Etraftakiler mi?
Boşversenize etrafa göre çok fazla yaşamadık mı?
Ne derler, ne sanarlar, ne söylerler...
Off hiç düşünemiycem. Eğer çok yaşayacaksam şöyle bir beş yüzyıl belki ama kalmış ömrüm ne kadar belli değil. Bir de başkaları ne düşünürmüş. Pehhh.
Bak şimdi kollarımı sallamaya başladım. Parmaklarım onlara eşlik ediyor. Dedim ya enerji. Dolaşıyor içimde...
Nasıl hoş bir müzik, ruhumu dinlendirdi. Yaşlanmıştı gençleştirdi, tembelleşmişti kendine getirdi.
Güneşte pencereden bana göz kırpıyor. Kereta süründürdü bizi kaç hafta. Yine gidecekmiş yerine rüzgar ve yağmur alacakmış.
Pehhh.
Artık takmıyorum seni hava. İster boz ister düzel. Bıktım ruhumun sana göre kendini ayarlamasından.
Ben düzen istiyorum. İstikrar istiyorum. Evet haklısın istikrarı bu ülkede nerde gördükki bunu havadan sonrada ruhumdan istiyorum. Ama bir yerden başlamak lazım ama.
Alışmak daha kötü değil mi?
Seni kafama da ruhuma da takmıyorum, takmayacağım. Sen gürledikçe, yağmuru toğrağa indirdikçe ben inadına sanki güneş varmış gibi salınacağım etrafta ve tabiki sana göz kırparak gülümseyeceğim.
Bak hayal ettin mi? Sağ gözüm kapanmış, dudaklarda bir gülümseme yayılması ve dudağımın sağ tarafı muzipçe biraz daha fazla kıvrılmış yukarı doğru...
Muzipçe gülüp bak dalga geçiyorum seninle.
Kulağımda zaz je veux çalıyor bilmem kaç seferdir. Beraber klipteki gibi ayaklarımızı sallıyoruz ve diyoruz ki

Bababbarab bababarab...

Ritz’de bir süt oda versen bana, istemem
Chanel’den mücevher, istemem
Bir limuzin versen bana, ne yaparım onunla ki?
Uşaklar teklif etsen bana, ne yaparım onlarla?
Neufchatel’de bir malikane, bana göre değil
Eiffel kulesini teklif etsen, ne yaparım onunla?
Aşk isterim, eğlence, iyi huy
Beni mutlu edecek olan paran değildir
Ölürken kalbimde bir el olsun istiyorum
Haydi birlikte gidelim, özgürlüğümü keşfedelim
Tüm önyargını unut, buyur benim gerçekliğime
İyi görgünden sıkıldım, bana çok fazla
Ben ellerimle yerim, ben böyleyim
Yüksek sesle konuşurum, dolaysızım
İkiyüzlülüğe son verelim, ben kurtuldum
Çifte konuşmalardan yoruldum
Bana bir bak, sana kızgın bile değilim, sadece böyleyim
Aşk isterim, eğlence, iyi huy
Beni mutlu edecek olan paran değildir
Ölürken kalbimde bir el olsun istiyorum
Haydi birlikte gidelim, özgürlüğümü keşfedelim
Tüm önyargını unut, buyur benim gerçekliğime

Şarkıyı neden sevdiğim belli değil mi? Fransızcam olmadığından türkçesiyle yetindim ama bende katıldım dedimki;
Beni mutlu edecek olan paran değildir
İkiyüzlülüğe son verelim, ben kurtuldum
Çifte konuşmalardan yoruldum
Aşk isterim, eğlence, iyi huy
İsterim ama çok değil istediklerim. Para pul değil. Bak ne kadar basit ve ne kadar zor gerçek olmak, iyi olmak...
O zaman Cumartesi şarkısı ilan ederim ben seni ve ayaklarımı sallayarak eşlik ederim sana.
Gözlerim yine kapalı derin derin çekerim içime havayı.
Para değil derdim, mutluluk isterim ben derim...

http://www.izlesene.com/video/zaz-je-veux/3170789

Not: Yazımı şarkıyla okuyun, ruhunuz temizlensin...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Sihirli Pencerem: O tabak bitecek...İşte o kadar

Sihirli Pencerem: O tabak bitecek...İşte o kadar: "Ne kadar güldüğümü, ne denli eğlendiğimi size anlatamam. Neden mi bahsediyorum? Bir beyaz eşya üreticisinin Anneler Günü için hazırladığı re..."

O tabak bitecek...İşte o kadar

Ne kadar güldüğümü, ne denli eğlendiğimi size anlatamam. Neden mi bahsediyorum? Bir beyaz eşya üreticisinin Anneler Günü için hazırladığı reklamdan. Adını vermedim reklam olmasın. O tabak bitecek. Aman Allahım her evde yankılanan o sözler nasıl güzel bir araya getirilmiş. Bir de seslendirme. Asuman Dabak bir harikalar yaratmış.Zaten Nuri dizisindeki performansına hayranım, bu seslendirmeyele gönlüme bir daha taht kurdu. Gerçekten çok başarılı sözler ve çok başarılı bir seslendirme. Tüm anneler gözümde canlandı...
Hele o sözler. Hani annelerin ağız birliği etmişcesine yıllarca söylediği sözler. Güldüğümüzde de, anne olunca anlarsın demeleri ve anne olanların aynı sözleri tekrar etmeleri. Repliklerimizin Allah tarafından yaratıldığı düşüncesine kapılıyorum kimi zaman. Evet çocuğum yok ama zaman zaman kardeşime annem vari ses tonu ve sözlerimle müdahale ettiğimin farkına varıyorum. İşte o zaman içimden, ama saatler sonra kendime gülüyorum.

Yalın ayak dolaşma
Ceryanda durma
Eve geç kalma
Anahtarını unutma
Terlik giy ayağına
Hırka giy sırtına
Şemsiyeyi al yanına
Eee söylemiştim ben sana
Oturma taşlara
Çocuğun olmaz sonra
Çok para harcama
Vitamin girsin vücuduna
Terli terli su içme
Derslerini ihmal etme
Bu odanın hali ne
Meyveyi kabuğuyla ye
Annesi ne iş yapıyor?
Babası ne iş yapıyor?
Gözüm pek tutmadı
Sana düşen kız yandı
O tabak bitecek
Kardeşlerine öyle şeyler deme
O ayakkabılarla içeri girme
Git onu sen babana söyle
Bi kerede peki annnecim de
Yüzünü göremiyorum
Biliyorum da söylüyorum
Sana güveniyorum
Etrafa güvenmiyorum
Nereye koyduysan ordadır
Hadi yemek hazır
Sana ne desem azdır
O tabak bitecek

Hepsini olmasa da çoğunu duydum. Belki de ilerde söyleyeceğim. Bir tek "Çocuğun olmaz sonra" ile cinsiyetimden ötürü "sana düşen kız yandı" kısmını işitmedim. Gerisi itinayla bana da söylendi. Demekki annelerin ve çocukların standartı aynı. Nasıl mı?
Terlik giy ayağına. Giymedik ki söylediler. Terli terli su içme. Terleyince su içmeyen çocuk yok demekki. İştahsız bir çocuk değilmişim ilk yıllarımı saymazsak, ama kardeşim çoğu kez o tabak bitecek nidasıyla uyarıldı. Bende minnacıkkene damağıma sakladığım yemeklerle annemi çok ağlatmışım. Ortak sorunu bulduk; yemek yememek. Keşke dertleri sadece yemek yemememiz olsa...
Ama dertler bunlarla bitmiyor. Dertler bitmiyor, annelerin ikazları da bitmiyor.
Ama şu bir gerçekki o tabak bitecek dendiyse o tabak bitecek...
Tabağını bitirmeyenlere aşağıdaki linki gönderiyorum. Sadece tabakla kalmayacak uyarılar. Bizden söylemesi yoksa yersiniz terliği.
Şaka bir yana. Sabırlarının sınırlarını zorladığımız, hayatlarının büyük kısmını çaldığımız, eşşek kadar olsak da bizi düşünmek zorunda bıraktığımız, ne bu Dünya'da ne öteki tarafta haklarını ödememizin mümkün olmadığı melek annelerimizin Anneler günü kutlu olsun.
Başımızdan eksik olmasınlar.
Her geceki duamla bitiriyorum. Onların acısını bana gösterme...

O tabak bitecek:)
http://www.vidivodo.com/575662/o-tabak-bitecek-_-profilo-reklami

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Sihirli Pencerem: Yazılarım ve ben...

Sihirli Pencerem: Yazılarım ve ben...: "Biz anne kız gibiyiz. Bir parçam bu blog da saklanıyor sanki. Çocuklarım onlar benim. Her gün, bir yazımı bir daha okuyorum. Farklı müzikler..."

Yazılarım ve ben...

Biz anne kız gibiyiz. Bir parçam bu blog da saklanıyor sanki. Çocuklarım onlar benim. Her gün, bir yazımı bir daha okuyorum. Farklı müzikler eşliğinde tekrar tekrar okuyorum. Farklı farklı anlam yüklüyorum. Düşünüyorum, bazen hiç beğenmiyorum, bazense çok güzel olmuş be diyorum içimden duygulanarak. Hepsi çocuğum, bebeğim, mutluluğum, mutsuzluğum, ama en çok hayat damarım. Ancak çok adil olamıyorum çocuklarıma. Bazı yazılarımın kalbimdeki yeri ayrı. Her gün okunma sayılarına bakıyorum. Ancak benim çok beğendiklerim her zaman beğenilmiyor. Allah Allah diyorum içimden neyi eksik. Duygusu var fazlasıyla ama ya karşı tarafa hissettirdiği duygu...
Baba ve Kızları Top 10 daki geçilemeyen yazım. Rakipleri çok ama yerini kimse değiştiremedi. Değiştirememişti...
Şimdi Anne ve Kızları önde. Heyecanla bekliyorum. Kim galip gelecek.
Her ikisinide çok beğenerek yazdım.
İçlerinde en çok Hayatın Keyfini çıkarmak adlı yazımı başarılı buldum. Gel gör ki herkes benim gibi düşünmedi.
Demekki neymiş nasıl yazdığın değil ne hissettirdiğin önemli.
Ruhumun Halleri eğlenerek yazdığım bir yazı. Dördüncü sırada.
Hiç bu beğeniyi beklemediğim Dans Dans üçüncü sırada.
Defne joy Foster yazım beni derinden etkileyen yazılardan. O da beşinci sırada görünüyor.
Hiç belli olmaz bu yazımla her şey değişebilir.
Amatörce yazıp başkalarının ruhlarına dokunmaya çalışıyorum. Sadece yazmak, içimden taşanları bir yere kaydetmek gayretindeyim. Beğeniler geldikçe heyecanlanıyor, küçük bir kız gibi şımarıyorum...
Şımarıyorum ama belli etmiyorum. Çok mutlu olursam elimden kayıp gider diye korkuyorum.
Hayatıma sihirli bir pencereden bakıyorum, gördüklerimi yazıyorum.
Bazen görmesem de hayal ediyorum. Ruhum zenginleşiyor, pencerem kalabalıklaşıyor.
Penceremi açtım, içerisi mis gibi nergis koktu. İçime çektim havayı, gözlerim kapalı, hayaller belleğimde dolanıyor...