22 Şubat 2011 Salı

Sonuna kadar tembellik isteği...

Son zamanlarda sonuna kadar tembellik isteğimle boğuşuyorum. İnsan her sabah mı zor kalkar yataktan. Her sabah mı kalktığında mahsun mahsun yatağa bakar. Bir yandan hazırlanırken bir yandan yorganın sıcaklığını hayal eder ümitsizce. Her öğlen yemekten sonra keşke eve gidip yorganı üzerime çeksem diyaloğu yapar. Üstelik balllandıra balllandıra anlattığı battaniye,kanepe ve televizyon üçlüsüyle tüm iş arkadaşlarının başını döndürür. Kendi yetmezmiş gibi bunu hayal eden bir ordu elde eder.

Diyorum ki, şöyle geç kalksam, dışarda yağmur sesi, güzel bir kahvaltı, battaniyeyi üzerime çekip yanımda en sevdiğim kitap, sıcacık bir çay ve kalorisi düşünülmeden yenilen bir kek. Televizyonda defalarca izlediğim ve izlemekten bıkmadığım bir türk filmi. Dışarıda şıp, şıp yağmur damlaları.

18 Şubat 2011 Cuma

Anne ve Kızları...

Blogumda en çok okunan yazım baba ve kızları. Açıkçası yayınlarken en popüler yazım olacağını ummamıştım. Demek ki bilmediğim babasına düşkün çok insan varmış. O zamanda söylemiştim sadece babalar değildir kızlarının hayat çerçevesini şekillendiren. Bir de annneler vardır bu fotoğrafın içinde. Üstelik yerleri doldurulamaz, rolleri küçümsenemez. Bugün ben doğruyu ve yanlışı ayırd edebiliyorsam annem sayesindedir. Elime belime atıp kızdığımda şöyle bir bakış atıyorsam yine annem nedeniyledir. Bizim fark etmeden örnek aldığımız tek varlıktır. Yemek pişirmeyi, ayaklarının üstünde durmayı, kendi başımızın çaresine bakabilmemizi, dikiş dikmesini, çok sevmeyi ama mantığımızı bir kenara bırakmamayı öğretmiştir. Üstelik bu süreç anne karnında başlar. Asla yok edilemeyecek bir ilişkidir bu. Dokuz ay seni karnımda taşıdım lafını çok duyarız. Ancak bana sorarsınız yapılan fedakarlıklara göre azdır sayısı. Sadece dokuz ayla kalsa iyi. Esas doğduktan sonra başlar dertler. Muhtaç iki göz bakar annenin suratına. İşte baktığımız o yüz kimi zaman ve çoğu zaman uykusuz kalır, aç kalır, yorgun düşer... Yine de pes etmez. Ayaklarımızın üstünde durabilmemiz için çabalar. Ayaklarımızın üstünde durmayı öğrendiğimizde de kendine biçtiği roller bitmez, bu sefer daha emin basalım yere diye uğraşır. Daha hızlı koşabilelim diye mücadele eder. Ona laf söyleyebilirler ama kızına laf söyletmez. Kimi zaman babasına bile laf söyletmez. Onun için kızı hiç eskimeyen, hiç ışığı sönmeyen mücevheridir. Ve kızları hiç büyümez...

Anlatmak o kadar zor ki kelimeler yetmiyor denir ya işte tam bu durum için geçerli. Ne yazarsam yazayım az geliyor, eksik kalıyor.
Anne bir melektir, bir doktordur, psikologdur, yaşam koçudur, evin görünmeyen reisidir, evin pamuk prensesidir, zaman zaman sizinle oyun oynayan çocuğudur, evimizin dekoratörüdür, ailenin sekreteridir, aşçıdır, eczacıdır... Say say bitmez üstlendiği roller. Ama en önemlisi bizlerin herşeyidir...

2 Şubat 2011 Çarşamba

Sihirli Pencerem: Defne Joy Foster Anısına...

Sihirli Pencerem: Defne Joy Foster Anısına...: "Bugün çok bitkin, çok halsiz, çok sıkkın uyandım. Dudağımdaki uçuk beni iyice sinirlendirmeye başlamıştı. Hava soğuktu, etraf karanlıktı, iç..."

Defne Joy Foster Anısına...

Bugün çok bitkin, çok halsiz, çok sıkkın uyandım. Dudağımdaki uçuk beni iyice sinirlendirmeye başlamıştı. Hava soğuktu, etraf karanlıktı, içim sıkılıyordu. Dinlenemedim bu hafta pek dedim içimden. Bundan dolayıydı tüm enerjimin gidişi. Aslında tek benim enerjim gitmemişti bugün. Aynaya bakmak, giyinmek, hazırlanmak eziyet oldu. İşyerime geldim, günaydın nasılsın faslından sonra her zamanki gibi gazeteyi açtım. Ve kendimin bile irkildiği bir sesle çığlık attım. Çünkü haberde Defne Joy Foster evinde ölü bulundu yazıyordu.
Nasıl bir şakaydı bu? Hiç ölümle ilgili şaka olur muydu? Daha çok gençti, üstelik çok enerjik ve çok neşeliydi. Neşeli, hayat dolu insanlar ölemezmiş gibi şaşırdım. Olamazdı küçücük bir bebişi vardı. Daha yapması gereken çok şey vardı. Hep neşesine, hazır cevaplılığına, insanları güldürmesine ve o şen kahkasına imrenmiştim. Örnekti benim için. Neşesini örnek aldığım güzel kahkahalı kızdı o. Nasıl olurdu da aramızdan ayrılmıştı. Bu kadar çabuk ve bu kadar pisi pisine. Ölüm nedeni çok belli değil. Hala soru işaretleri var. 112 arandı mı aranmadı mı? Burnu mu kanadı, midesi mi bulandı?, nefes darlığı mı çekti, kalp krizi miydi? Ama bunların ne önemi var o gitti. Herkesin aklında kocaman gülümsemesini bırakarak. Acılı bir eşi ve annesini merakla bekleyen bir bebeği ardında bırakarak gitti. Bir kez daha ölümün herkes için olabileceğini hatırlattı. Edilen kavgaların, ağızdan çıkan tatsız sözlerin, nefretle süslenmiş hakaretlerin hepsinin saçma ve gereksiz olduğunu gösterdi. Tek bir gerçek vardı o da bir gün yok olmak. Şunu hala bilmiyorum yok olmak mı kötü, yoksa yok olanların arkasından bakmak mı? Bunu hala çözemedim. Ama bugün arkasından bakarken çok acı çektim. Gözlerim sulandı, burnum sızladı, beynim uyuştu. Ben bugün, ne bugünü sevdim ne kendimi. Bugün sadece düşündüm hangisi kötü, gitmek mi kalmak mı? Karar veremedim. Tek bildiğim herkesin bir sonunun olduğu. Tan Sağtürk'ün deyimiyle " Biz ona dansı öğrettik, o bize çok şey öğreterek gitti ".
Evet hepimize çok şey öğreterek gitti kocaman gülümsemesi olan, neşeli güzel kız. Sevgiyle ve huzurla kal...
Ve onun sözüyle bitiriyorum yazımı " Hesapsızım, hayat hesap yapacak kadar uzun değil. "