25 Ağustos 2011 Perşembe

Merhaba ben İnsan

Merhaba ben İnsan...
Ben farklıyım, bu sebepten bana insan derler.
Bitki, hayvan, eşya, nesne... değilim insanım. Farkım var.
Bilmeyene anlatayım kendimi.
İnsan derler bana bu dünyada.
Keyfim bol havuzlu, bol yeşillikli denize sıfır otel çeker. Bitki dediğim benden farklı, benim gibi olmayan canlıları keserim. Sonra yaptığım betonermelerin çevresine kestiğim ağaçların benzerlerinden serpiştiririm. Reklamım hazır. Doğayı sevenler için yeni otelimiz açıldı.
Canım yüzen yunus görmek ister. Yaparım kendime göre kocaman havuzları. Koyarım bir kaç yunus. Önünde bir gişe. Reklamım hazır: Hayvanseverler için yeni dünya yarattık.
Evet ben üstünüm tüm canlılardan. Ezerim, geçerim, yaşatırım, öldürürüm, çoğalırım.
Ben bazen durmasını bilmem. Üremeyi dünyaya geliş amacım sayar yaparım kendim gibi üç beş canlı. İnsan olur onlar. Onlar fazla gelir bana, sokağa atarım, onbeşinde evlendiririm, kocasından dayak yiyip geri dönen kızımı töre için öldürürüm. O da yetmez ben insanım ya bayram günü kapıma gelen küçük inasancıklara önce tecavüz eder sonra onları öldürüp kesip gömerim. Ben insanım, bu canileri şanslıysam bir sene sonra yakalarım. O cani insan, yaptığını kanı donmadan tekrar tekrar anlatır. Sonra ben hem insanım, hem adalet sağlayanım, caniye on yıl hapis yaptırıp, serbest bırakırım. Ben adaleti sağlarım ya ekmek çalan aç çocuğa beş sene verip adalet var bu dünyada derim.
Ama gel gör ki öldürdüğü onca bebeğe, askere, sivile bakmadan bu katili bir adaya koyup beslerim, öldürmem insan hakları derim. Çünkü ben insanım. O da yetmez bu caniyle aynı masada oturabilirim. Oturduğum yerde akan insan kanını görmem. Çünkü unutma ben insanım.
Ayağına taş bağlayıp köpeği denize atan zihniyete birşey yapmam çünkü ben insanım, ancak insan öldürürsem bunu suç sayarım.
Ben para için annemi, babamı doğrar, gözümü kırpmadan bir başka insanı öldürürüm.
Biri birine kötülük ederken görürsem atılan çamur bana sıçramayacaksa sesimi çıkarmam. Biliyorsun ya ben insanım, menfaatime bakarım.
Aç bir kedinin önünden geçer bir lokma yemek, bir kap su vermeyi düşünmem. Sıcakta hayvanlara su verin diyen insanlarla dalga geçerim. Çünkü insanım ben, üstün ırk, üstün varlığım.
Ben takım tutarım vatanımdan daha çok. Takımım yenilirse gözümü kırpmadan karşı takımın taraftarlarına saldırır, hak ettikleri cezayı satırlarla veririm. Ama sıra gencecik vatan bekçilerini öldürenlere gelince beklerim, daha öldürsün daha çok anne ağlasın diye. Dinimi, demokrasiyi, insan haklarını öne sürer akıtılan kanları seyrederim. Gıkımı çıkartmam.
Ben insanım ama kadın ve erkek olarak ayrılırım. Kadından doğma, erkekten olmayım. Ama erkek olarak geldiysem dünyaya şanslılardanım. Çünkü ben insan, kızım doğduğunda üzülür, yüzüne bakmam, hatta yaşadığım toprağın geleneğine göre onu diri diri gömebilirim de. Erkek çocuğuma hovardalık öğretir, kız çocuğuma bacak arasını korumasını tembihlerim. Erkek çocuğumun o hovardalığı kimin kız çocuğuyla yapacağı düşüncesine aldırmam. Çünkü ben hem insanım, bazen de egosu yüksek erkeğim.
Ben hem insan hem kadınım. Evlendiğim, aynı evi paylaştığım erkek benden uzaklaşır çok eşli olmak ister, ve beni aldatırsa suçu önce kendimde ararım. Çünkü ben kadınım daima bakımlı, sağlıklı, neşeli, hamarat olmalıyım. Ben hizmetkarım. Bunu savunur, doğan kız çocuğuma bunu öğretirim.
Ben insanım, ben bencilim, ben vefasızım. Kendim gibi olmayanı reddeder, öldürür, yok eder, yok sayarım.
Ben insanım, beni var edeni unutur, ruhumu şeytanla değiştiririm. Beni var edeni kullanarak aldatır, rant sağlar, kandırırım, aynı zamanda kanarım.
Ben insanım şu gördüğünüz tüm canlılardan daha üstünüm.
Bunu kanıtlamak için daha ne yapmam lazım?




20 Ağustos 2011 Cumartesi

FOTOĞRAFLAR FISILDIYOR DUYDUN MU?

Saatlerce baktığınız ve bakmaktan yorulmadığınız anlar var mıdır? Peki o anların fotoğrafını çektiniz mi?
İşte fotoğraf bu yüzden vazgeçilmezimizdir. An bitsede sen tekrar tekrar bakar, tekrar tekrar yaşar, tekrar o ana dönersin...
Uzun sarı saçlı kız kapının ardından size tedirgin ve masum bakışlar ile bakar. O an orda olmak onun yerinde olup Dünyaya bakmak istersiniz. An kaybolur, kız kapıyı kapatır, siz hayallerinizle kalır, ardından bakakalırsınız...

Miskin miskin otururken bir fotoğraf seni yerinden kaldırır. Enerjiyi içinde, ruhunda hissedersin. Kış ayazında sana yazı getirir. Renkler seni karanlık dünyadan çıkarır.

Başka bir fotoğraf seni taa uzaklara götürür. Çocukluğuna, yıllar öncesine dönersin. Yanından ayırmadığın oyuncağın aklına gelir. Onsuz gitmediğin tatiller, gezmeler, parklar gelir aklına. Gülümsersin özlemle...

Aşktır sana anımsattığı... Ayaklarını yerden kesen AŞK... Ne kelimeler yeter ne fotoğraflar anlatmaya. Fotoğraflarda kalan bir iz olur çok sonra. İşte bazı fotoğraflar sadece aşk kokar. Aşıklar hatırlasın diye fotoğraflar onları ölümsüz kılar...

Şaırdığın bir anın fotoğrafıdır bazen gördüğün.

Bazense hissetmediğin, özlediğin sevgi, şefkattir karşındaki fotoğrafta duran. İmrenirsin bu aşka... Bir tebessüm belirir dudaklarında...

Tatil fotoğrafları en eğlenceli olanlarıdır. Hatırlarsın tekrar ve tekrar güzel anlarının. Offf şu şezlongda yatmak ne güzeldi dersin imrenerek...

Bazen çılgın, bazen eğlenceli, bazen hüzünlü bazen karışıktır bu fotoğraflar. Kimisi anılarını tazeler, kimisi özlemlerini hatırlatır...
Fotoğraf gerçektir aslında. Yaşadığın, yaşayamadığın gerçekler.
Onlar sana hep bişeyler fısıldar. Tabi onu duyabilirsen...

12 Ağustos 2011 Cuma

Pembem, kırmızım, grim, siyahım hepsi benim, hepsi ben...


Kırmızının heyecanı, grinin monotonluğu karamsarlığı, siyahın matemi, pembenin mutluluğu, beyazın huzuru saflığı, yeşilin doğallığı, morun deliliği...
Fotoğrafa baktığımda hayatımızın dönemleri aklıma geldi. Pembeden siyaha atladığımız sonra beyazla buluştuğumuz dönemler...
Pembeyle karşılaştığımızda korktuğumuz, biteceğine inandığımız ve yanılmadığımız anlar...
Kimin hayatı hep pembe, yada siyah???
Renklere sahip çıkmadığın zaman renkten renge her geçişte o kadar yara alıyorsun. Kader var ya hep dilimizde olan. İşte dilimizde olduğu kadar beynimizde de barınsa. Hani sağlam dursak geçişlerde de yıkılmasak, düşmesek sadece sendeleyerek atlatsak.
Geçmişe baktığımızda renklerimizi görüyoruz. Pembeler, maviler, griler, artan sorumluluklar, yeni başlangıçlar, son vermeler, hastalıklar, hıçkırıklar, kahkahalar...
Seni sen yapan renkler...
Hepsi sende iz bırakıyor. Bazen bir zil sesi seni korkutuyor, bir yağmur damlası sevindiriyor, bir gülüş heyecanlandırıyor...
Seni o renkler sen yapıyor...
Bedenime pembeyi doladım dolaşıyorum. Siyahlarımı grilerimi anıyorum, pembemin değerini biliyorum. Belki de diyorum o siyahlar bugünümü pembe yaptı. Kim bilir???

NOT: Fotoğraf Nazlı Özçetin tarafından. Takip etmek isteyenler için facebook sayfası aşağıdadır.






Kelimelerini değiştir

1 Ağustos 2011 Pazartesi

İstanbul...
Yaşamadığım yaşamayı hayal ettiğim şehir. Hayaliyle mutlu olduğum şehir. Çok yer var aklımda, gönlümde...
Cadde de içilen kahve, Ortaköy de yenilen waffle yada kumpir, nişantaşında insanı büyüleyen mağazalar, baş döndüren Nişantaşı havası, Kızkulesine bakan hüzünlü gözler, Boğazın serin suları, Üsküdar'da bir gece, Topkapının tarihi kokusu, Dolmabahçe'nin kalbine çizdiği Atatürk...
İstanbul bitmezki anlatarak. İstanbul seni çağırmaz, sen koşarak ona gidersin. İstanbul beklemez zaman akıp gider sen geç kalırsın...
İstanbul hükümdarların paylaşamadığı şehir. Uğruna canların düşünülmeden verildiği şehir...
İstanbul bir ülkenin kalbi, atardamarı...
İstanbul büyülü bir dünya. Tüm çilesine rağmen gözünü kör edip kendine aşık eden şehir.
İstanbul deniz kokar, İstanbul tarih kokar, İstanbul farklı kültürler kokar, İstanbul eğlence kokar, İstanbul özgürlük kokar, İstanbul sevgilin, annen, baban, kardeşin kokar...

NOT: Fotoğraf Nazlı Özçetin tarafından.
İlgilenenler için bloğu linkte.