2 Kasım 2012 Cuma

Burdayım,Sağım...

Çok oldu yazmayalı yada yazamayalı. Ama iyiyim henüz ölmedim sağım.
Yeni ev, koşturmaca, dağılma, toparlanma...
Kardeşin yurtdışına gitmesi, bir ölüm, yeni ev yeni bir düzen, bitmeyen işler, didişmeler, yaz tatili, kışın beklenişi derken günler günleri kovaladı.
En yakın zamanda yeniden sizlerle birlikte olucağım.
Zaten bir avuçtu beni takip eden, onlarda kaldıysa...

1 Temmuz 2012 Pazar

Kelimeler mi anlatır, ne anlatır??

Sadece kelimelere bakarak yaşarsan çok şey kaçırırsın. Cümleye bakacaksın, sonra ondan öncekilere bakacaksın. Sonra söyleyene bakacaksın. Anlamak için bunlar da yetmez. İfadeye bakacaksın.
Bıkkın, kızgın, mutlu, mutsuz, umursamaz yada vazgeçmiş...
Hangi ifadeyle, hangi duyguyla neden söylenmiş ona bakacaksın.
Yoksa kelimeler arasında kalırsan sıkışıp herşeyden habersiz yaşarsın.
Herşey kelimeler olsaydı ne göze ne dile gerek kalırdı.
Bunu çözdüğümüzde bir adım daha ilerlemiş olacağız ya neyse.
Kelimeleri bile anlamayanların olduğu Dünya'da çok şey mi istiyorum acaba?

22 Haziran 2012 Cuma

Uzaklara gidecek mis kokulum...


Uzaklara gidecek.
Haber verdi. Gitmeden önce gideceğini tekrar hatırlattı. Hüzün çökmeden kara bulut gibi önceden uyardı küçük meleğim.
Beni unutma sakın dedi...
Nasıl unuturum??
Kolaysa kalbime unut de. Ne mümkün.
Belki dönmem dedi satır aralarında. Ben o satır aralarında kaybettim kendimi. Kara delik çekti içine beni. Sadece bir el kurtarır beni. O kendini biliyor...
Avuttu beni meleğim.
Uzaklık uzak olacağımız anlamına gelmez dedi. Ne güzel dedi uzaklık...
Koş dediğimde, avaz avaz bağırdığımda, imdat dediğimde, hey ben geldim dediğimde hep karşıma çıkacak uzaklık.
İşte o zaman evet kalplerimiz yan yana olacak ama başımı omzuna, elini elime alamayacağım. Mis diye öpemeyeceğim. O ıtır kokulu saçlarını koklayamayacağım.
Rengarengiz biz dediğin gibi. Sen gidince rengim solacak...
Biliyorum temelli değil gidişin. Bitiş değil başlangıç senin için.
Ama gel gör ki senin başlangıç beni çok yoracak.
Önce gözyaşları sel olacak, sonra alışacağız uzaklığa.
Alışıcam kavuşacağım zamanı düşleyerek.
Mis kokunu bırakarak, gülüşlerini, neşeni bana bırakarak gideceksin.
Benim hala küçük, sevimli, mis kokulu kardeşim.
Yolun açık olsun...
Bu kalp mümkün değil seni unutamaz.
Sen de beni unutma...
Bir de buralara dönmeyi unutma, beni unutma.
Ablan orda uzun süre kalmanı yasaklıyor:)

14 Haziran 2012 Perşembe

Kendini sevdiğin kadar insan oluyorsun



Yaz geldi hafif yemekler yemeli, neşeli, umutlu, hafif yazılar yazmalı.
Biliyorum ama elimde değil yaza uygun değil ruhuma uygun yazacağım.
Sevmek için kendimizden başlamalı, yoksa etrafa sadece çamur, pislik saçıyoruz. Çöp konteynırlarından tiksindik yıllarca. Halbuki önce etrafa negatif enerji saçanlardan tiksinmeliymişiz. Nasıl her akşam evimizde ağzına kadar dolmuş çöp kovamızı çıkartıyorsak, hayatımızdan da sevmeyi , hoşgörüyü, anlayışı bilmeyen bencil, ben merkezcil, vurdum duymaz insanları çıkartmalıyız. Sözlerine kulaklarımızı, davranışlara da gözlerimizi kapatmalıyız. Gördükçe çirkinleşiyor, duydukça tahammülsüz oluyoruz.
Bilmiyorlar ki her kötü bakış, her hadsiz davranış, her zehirli söz kendilerini kurutuyor. Mutsuzlukdan, sevgisizlikten, hoşgörüsüz, tahammülsüzlükten değil başkalarından biliyorlar saçtıkları zehirleri.
Herşey kendini sevmekle başlıyor.
Kendini sevdiğin kadar insan oluyorsun.
Kendini sevdiğin kadar kabul görüyorsun.
Değişim için hep dış dünyadan beklerken herşeyi, aslında herşeyin içinde olduğunun farkında değiller.
Zaten farkında olsalar o halde olmazlardı.
Aynaya bakmak gerek bazen. Bazen ne olduğumuz değil, nasıl göründüğümüz önemli.


7 Haziran 2012 Perşembe

Evlilik dediğin...

Herşeyin bir zaman moda olduğu gibi şimdi de evlilik programları moda. Eskiden görücü usulü ile yapılan evlilikler şimdi televizyon programıyla yapılıyor. Farkı yetmiş ya da seksen kaçsa işte o kadar milyon insanın sizin erkek ya da kadın arayışınızı izlemesi.
Televizyon başında çekirdek çitleyen kadınlar " Aaa bak edepsiz adama daha karısı öleli bir sene olmuş hemen evlenmeye kalkıyor" diyerek özel hayatınızın için cup diye dalıyorlar. Hiç ayıplamayın buna siz izin veriyorsunuz. O zaman  eleştirileri de ayıplamayacaksınız.
Biz zaten toplum olarak ayıplamayı, eleştirmeyi, kınamayı, sınıflandırmayı, düzene ayak uydurmayanı dışlamayı seven bir milletiz. Bu yüzden garip gelmemeli.
Bu konunun dışında evliliğe bakışımızda farklı. Evlenecek ya aday, kendine eş adayı ararken kendi özelliklerini sıralıyor ... yaşında, boşanmış, çocuğu yok, evi var, aylık geliri .... kadar...vb
Şimdi bu niteliklerden hangisi eş adayını seçme kriteri olabilir.
Evlilikden anladığımız ne ki ben onu çözemedim?
Hizmetçi, eve para getirecek köle, sana bakacak enayi, cinsel açlığını doyuracak biri...
Evlilikten ne anladığımızı bilmiyorum ama bu değil.
Evlilik üremek için bir araç değil, evlilik kendine baktırmak için, çevre baskısını durdurmak, özgürleşmek için bir araç değil.
Evlilik hayat paylaşmaksa eğer sizin bu manteliteniz doğru değil.

Kısa Bir aradan sonra alıştırma

Uzun zaman oldu iki kelime yazamadım. Eksik kaldım her uzak kalışımda.
Ellerim kireçlendi. Kelimeler yerlerini zor buluyor şimdi. Küsler dargınlar sanki.
Dün aşağıdaki sözü ilk defa duydum. Yazmanın hazzını hissettim bir an. Bir kelime belki de yüzlerce hayat değiştiriyor farkına vardım.
" Sakın ahmaklarla arkadaş olma. Çünkü ahmak bir insan fayda vereyim derken sana zarar verir.
Sakın yalancılarla dost ve arkadaş olma! Çünkü böyle bir insan sana uzakları yakın, yakınları ise uzak gösterir.
Sakın cimrilerle dost olayım deme; çünkü ihtiyacının olduğu şeyleri senden esirger.

Sakın kötü insanlarla arkadaşlık yapma; çünkü kötüler seni çok ucuz bir şeye dahi satar. "
demiş Hz. Ali oğluna.
Keşke karşımıza ahmak, cimri, yalancı yada kötü çıksa.
Şimdi o kadar çok sınıf var ki hangisi için ne söylemeli.
En iyisi bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir deyip sadece iyiliği vurgulayayım.
Çünkü kategori etmek çok zor gerçekten.
Hele ki bu devirde...

25 Nisan 2012 Çarşamba

Kırgınım aynadakine...

Kızgınlığım geçer de, saman alevi gibi, bahar yağmuru gibi ama kırgınlığıma çare bulamadım.
Kırgınlığım sana, ona buna en çok da bana.
Kendime kırgınlığım, ona buna kızgınlığım geçer geçmesine de, izleri kalacak bilirim.
Kızar söylenir yine unutur yine affederim. Sonra hikaye başa döner, kızar söylenir yine başa dönerim.
Tüm başa dönmelerime kırgınlığım.
Kızgınlığım geçer de kırgınlığma çare bulamadım...

14 Nisan 2012 Cumartesi

Bir hayal kuran koca yürekli gençler...

Uludağ Üniversitesi öğrencilerinin “Biz bir hayal kurduk” felsefesiyle başladıkları sosyal sorumluluk projesi Akedemi köy ile umutlandım bugün.
İnsan olmaktan utanıyorum dedim, sevgi yok, insanlık yok,yozlaşmışlık...vb sayarken önümüzdeki çiçeklerden habersizmişim.
Gencecik insanlar her pazar sabahı yollara düşerek hayalleri için onları bekleyen köylere gidiyorlar.
Bugün bir sempozyum sayesinde bu güzel kalpli inasanları tanıdım. İnsan olduğuma sevindim. Hala umut olduğunu gördüm, yenilmişlik duygusunu kenara ittim.
Gözlerim doldu. Burnum sızladı. Sevgi dedim hala var, hala insanlık var birilerinin kalbinde.
Yumurta kaplarıyla yapılmış ufacık bir stüdyo gördüm küçücük köyde. Müzikle kendilerini özgür hisseden gencecik yürekler gördüm.
En ilginci elektro gitar için yanıp tutuşan bir gençti. Babasına Kuranı hatim etme karşılığında hayalindeki elektro gitarı aldırmayı başarmış gencecik bir insan.
Okuma yazma öğreten, hayvanlarının sağlığıyla uğraşan, ekinleriyle ilgilenen, okul binalarını tamir eden gencecik, büyük yürekli, küçük bedenli insanlar gördüm.
Dedim ya gözlerim doldu, onurlandım, alkışladım ama yetmedi.
Elim parçalansa alkışlamaktan yine yetmezdi.
O kocaman yürekleri tebrik ederim.
İnsanlığı kocaman adamlara, kocaman kalbinizle öğrettiniz bugün.

10 Nisan 2012 Salı

Sana bir şeyler olmuş...

Merhaba derken küfreder olmuş
Sevmek nedir unutmuş
İyiliği ücra köşelerde bırakmış
Dedikodu dilinde
Kötülük kalbinde, gözünde
Huzur sana uzak
Dert sende, derman bizlerde...
Sana birşeyler olmuş.
İçine şeytan kaçmış.
Aydınlığı gösterirdim ama...
Tren kaçalı çok olmuş.
Başka melekler seni korusun.
Benim daha önemli işlerim var:)

5 Nisan 2012 Perşembe

Beyazın içindeki beyaz...

Beyaz ten, içindeki beyazı gösteriyor aslında. Saf şeffaf kırılgan. Güçlü görünen kanatları pamuktan dokunmuş. Görünüşüne kanmayıp saldıran çok yara bırakmış. Çoğu kez duvarlar örmüş sırf kendini korumak için.
Karanlıkları teninin beyazlığı yarmış. Bir de upuzun saçları aşık etmiş bir çoğunu. Pamuktan kanatlarını korumak için, her defasında duvarını yükseltmiş.
Yanıldığı olmuş, kandığı, bilemediği...
Yara da almış ama..
Kalp temizse, hep ayakta çıkmaz mı sonunda insan. Üstelik bir öncekinden daha güçlü...
Daha güçlü duvarlar daha kırılgan kanatlar...
Duvarını yükselttikçe ulaşılamaz ama ulaşılmak isteyen.
Hesapsız sevgiler aşklar hep acı verir. Duvarlar da, direnmeler de nafiledir.
Bitti dediğin yerde yeniden başlar eğer gerçekse aşk.
Şimdi bitmenin acısı gözlerinde, duvarları yükseklerde, kanatları daha kırılgan, pamukları etrafta.
Duvarın önünde bekleyenlere bakamayacak kadar meşgul.
Belki içlerinde hak eden var ama daha erken...
Havayı koklamalı, nedeni bulmalı, sonucu bitirmeli, kanatlarını pamuklara sarmaya devam etmeli...
Henüz erken, zamanı gelince tüm duvarlar yerle bir olacak.
Çünkü zaten duvarlara ne kalbi ne kanatları dayanır...
Yine gözleri pırıl pırıl parlayacak...
Uzun saçlarına yine aşık olanlar olacak. O saçlarını savurup yine hesapsızca sevecek, gerçekse eğer duvarları bir daha hiç yükselmeyecek. Kanatlarıda hiç kırılmayacak.
Söz verdi, pamuklarını dağıtmayacak etrafa...


Müziksiz olmaz :)

4 Nisan 2012 Çarşamba

Henüz...


Daha çok erken havayı koklamak, karar vermek, yargılamak, yanlışı bulmak, karalamak için.
Topraktaki ayak izi daha kurumadı, yapraktaki damlacıklar henüz düşmedi, gökkuşağı kendini göstermedi.
Erken demeyi bilmeli, dur diyebilmeli, üç kez düşünüp bir kere yargıya varmalı zamanı gelince bir kez söylemeli.
İnsan olduğumuzu unutmamalı. Vicdan, düşünmek, mantık kurmak, empati kurmak bizi hayvan güdülerinden ayırırken insanım denmesini hak etmeli.
Henüz büyümemişken büyümüş gibi görünmemeli, ya da ben küçüğüm daha şımarıklığıyla bakmamalı hata yapınca.
İnsanız ya hata yapabiliriz. Ama hatalarımızı başkalarının günahlarında aramayalım.
Hata yapalım ama insan olduğumuzu unutmayalım.
Henüz erken çok şey söylemek için ama...
Sen yine de düşün. Belki çok geç olmadan yol yakınken dönersin karanlık yollardan.
Çünkü hiç bir karanlık yolun sonunda ışık yoktur, eğer karanlık senin içinden geliyorsa.
Karanlık gönül, karanlığı kusacak elbet.
Henüz erken söylemek için ama istemem zifiri karanlıkları...
Sırf henüz erken diye...

20 Mart 2012 Salı

İNAT

Kadere inat ağlamam der gözlerim.
Acıya inat severim der yüreğim.
Sevimsizlilere inat ben sevimliyim.
Şansızlığa inat loto oynarım.
Erkek hegomanyasına inat feministim.
Düzene karşı düzensizim.
Sağa inat solum.
Çirkine inat güzelim. Ruhu güzel olanlardan.
Deliye inat daha deliyim.
Karamsara inat pollyannayım.
Kişiliksizlere inat benim, kendimim.
Sana da karşıyım.
İnat değil mi?
Sırf inatım.

23 Şubat 2012 Perşembe

ANLIYORSUN DEĞİL Mİ?

Asi genç kız olmak istiyorum düşük bel pantalonum, başımda berem, ellerimde eldivenim, kulağımda en hırçın müziğim.
Soğukta insanlara bakmadan müziğimle yürüyen, umursamaz tavrıyla dolaşan genç kız.
Sana, ona, buna aldırmadan yürüyen, konuşan kahkaha atan, yada saklamadan ağlayan kız.
Ben o kız olmak istiyorum.
Geç kalmayan, yetişmek zorunda olmayan, kafasında sadece kendi, bir dünya gereksiz şey olmadan gezen kız olmak istiyorum. Anlıyorsun değil mi???

Dünya dönmüş dönmemiş, biri bakmış bakmamış, biri sevmiş sevmemiş, yağmur yağmış yağmamış, soğukmuş sıcakmış, kalıcıymış geçiciymiş, düşmüş düşmemiş, kaldırmışlar kaldırmamışlar, yanlış anlamışlar doğru anlamamışlar aldırmadan.
Kimseye kalmadan, sadece kendine kalan.
Kafasına takmadan, hiç oralı olmadan yaşayan...
Gerçek olmayanı yanında barındırmayan, sahteliği sızdırmayan, az konuşan, az düşünen genç kız olmak isitoyrum.
Bir de yalan söyleyenlerin, iyiyi oynayıp çamura batmış olanların, sahtelerin maymun olmalarını istiyorum.
Çok şey mi istiyorum.
Peki beni anlıyorsun değil mi?

17 Şubat 2012 Cuma

Sihirli Pencerem: Mavi gözlüm beni dinle

Sihirli Pencerem: Mavi gözlüm beni dinle: Mavi gözlerin derin, hüzünlü, kederli. Bakıyorsun bana, bize, uzaktan. Ben senin gözlerinle büyüdüm. Şimdi kapkara gözlere, çıkarcı ruhlar...

Mavi gözlüm beni dinle

Mavi gözlerin derin, hüzünlü, kederli. Bakıyorsun bana, bize, uzaktan.
Ben senin gözlerinle büyüdüm.
Şimdi kapkara gözlere, çıkarcı ruhlara bakıyorum.
Seninle büyüdüm, onlarla olgunlaşıyorum.
Ne yoruyor beni biliyor musun mavi göz?
Seninle büyüyen bir ruhun bu kapkara ruhlarla çevrelenmesi, onlara bakarak olgunlaşması...
Beni sensizlik, senin gibisizlik yoruyor.
Senin değerlerinin dibini bile göremeyen değerlerle büyüyecek bir nesile, evlatlara, evlatlarıma üzülüyorum.
Senin sevginle, yaradan sevgisini karıştıran bir nesile üzülüyorum.
O neslin seni bilmeden büyümesine, sana olan sevgilerinin erozyona uğramasına üzülüyorum.
Mavi gözlüm bugün 10 Kasım değil, bugün özel bir gün değil, bugün kurtuluşumuzun kutlandığı gün değil.
Bugün sıradan ve özlediğin bir gün.
Kimse özlemese ben özlüyorum Mavi Gözlüm.
Unutabilirler, karalayabilirler, yanıltabilirler.
Ama benim gibilerin kalbinden, ruhundan seni kazıyamazlar.
Kara ruhlarla olgunlaşıyorum ama, seninle büyüdüm mavi gözlüm. Kara ruhlar ancak ruhuma kötü örnek olurlar.
Kötü ruhlar ancak kendi gibileri etkilerler...

14 Şubat 2012 Salı

SEV-Gİ-Lİ

Sevgililerin günü. Sevgili kim?
Seni dokuz ay karnında taşıyan, gözünün içine bakan, sesindeki üzüntüyü bile duysa Dünyayı ayağa kaldıran Anne mi?
Senin kılına zarar gelmesin diye kollayan, sırf bu yüzden binlerce yasaklar getiren ama yine de sana yaranamayan, senin için çalışmaktan, hayallerini ertelemekten yorulmayan Baban mı?
En kötü gününde, en güzel gününde yanında olan, arkadaşın dostun, bazen annen, bazen baban olan Kardeşin mi?
Yoksa sırtını gerçekten dayayabileceğin Dostun mu?
Ya da seni ailen kadar seven, sevmeye çalışan, parçan olan, senle nefes alan, yoldaşın, yandaşın dediğin, şanslı olduğunu hissettiren Eşin, Sevgilin mi?
Kimdir SEV-Gİ-Lİ
Yada nedir Sevgili günü?
Sevgi günü desek şuna.
Ve her birbirini seven kişi ogün sevdiği her insana seni seviyorum dese.
O zaman bir anlamı olur mu?
Evet olur. Daha anlamlı olur.
Sevgilinin manasını sınırlandırmamış, kalıplara sokmamış oluruz.
Kimse üzülmez sevgilim yok diye. Çünkü illa bulur kendine "Seni seviyorum" diyecek birini.
Eğer bulamıyorsa işte o zaman yalnızdır. Ve evet üzülmelidir...
Tıkla:)

9 Şubat 2012 Perşembe

İnsanın kaymağı

Kaymaklı ekmek kadayıfındaki kaymaktır gülen, huzur veren, ışık saçan, enerji veren insan.
Kimisi acı biberin üzerindeki kaymak gibidir. Zannedersin ki hep tatlıdır, hep iyimserdir, hep pozitiftir. Bir gün bir bakarsın kaymağı bitmiş acısı kalmış ağzında. Üstelik çok geçtir çoktan ağzına almış, çoktan tatmışsındır.
Halbuki kaymaklı ekmek kadayıfının tadı paha biçilemez. En kötü anında huzur yayar içine, kaymak biter ekmek kadayıfına gelir sıra, daha bir tatlıdır daha bir enfestir. Bırakamazsın...
Kimisinde kaymakta yoktur. Ağzına alırsın acı, dışardan bakarsın acı, eline değdirip dudağına sürersin yine acı. Acı biber işte...
Belki közleyip, güzel bir etin yanında hoş olur ama...
Gel gör ki hep hayatında istemezsin. Acı çekerse canın, çeşit isterse yersin...
Vazgeçilmezin, hayalindeki tat olmaz.
İnsan da öyle işte. Sen insanlara kaymaklı ekmek kadayıfı tadı vermezsen eğer, o zaman istedikleri zaman seni ararlar, senin istediğin zaman da ise yanında kimseyi bulamazsın.
Halbuki tatlı her yemekten sonra aranır. Hatta bazen aç karnına daha bir güzel olur.
Sen acılaştıkça, acınacak hale gelirsin.
Bakmışsın sadece meze sofralarındasın.
Halbuki ekmek kadayıfı her yemekten sonra her sofrada.
Üstelik hiç yalnız kalmadan genci yaşlısıyla beraber.
Bundan çıkarılacak çok ders var ama.
Biliyorum ki hiç bir biber, acı olduğunu kabul etmeyecek.
Ee o zaman hadi size geçmiş olsun...

5 Şubat 2012 Pazar

Zaman tünelinde gezer olduk

Yazılanlar, konuşulanlar, kurulan hayaller ne varsa hepsi geçmişten bahsediyor. Çok arar olduk geçmişi, çok anar olduk.
Kar yağdı, yollar kapandı, üşüdük hemde çok, içimiz üşüdü...
Hepimizin ağzından biz çocukken çıktı.
Bebekliğimize, ilkokul yıllarımıza, lise zamanımıza geri döndük. Anlattık, anlatırken gözlerimiz ışıldadı, içimiz buruldu, gülümsedik.
Özledik çok özledik. Ama hepimiz ağız birliği etmişçesine zaman tünelinde dolandık.
Şimdi anladım ki kar bahaneydi.
Hepimiz çok yorulduk, çok yıprandık, çok erezyona uğradık.
Geçmişi hepimiz özlüyoruz.
Çünkü bugün ve gelecek günler bizi çok yoruyor.
Bizler bu ülkeninin geçmişi özleyen, emekliliğini bekleyen, gelecekten kaygılı, yorgun, bitkin gençleriyiz.
Bir kar yağdı, geçmişi örtmek yerine canlandırdı.
Şimdi sadece tedirgin, umutsuz bakıyoruz etrafa.
Keşke ağzımızda marş.
Keşke çocukluğumuza geri dönebilsek...

23 Ocak 2012 Pazartesi

Yumurta yeter mi?

Yumurta atmış atacakmış kime ne?
Gencecik kızın umutlarını, geleceğini, tereddütlerini, keşkelerini, belkilerini bir çöp konteynırına koymadınız mı?
Sefilce, gaddarca, hunharca, güpe gündüz çekinmeden korkmadan katil olana daha 18 yaşında çocuk demediniz mi?
13 yaşındaki kızın cinsel arzularının olduğunu iddia edip, onu canlı canlı mezara gömmediniz mi?
Siz kafanızı namus kavramlarına takıp insanlık kavramlarına sırt çevirmediniz mi?
Padişah koltuğu sandığınız makamlarınız uğruna satıp savmadınız mı?
Allah'ı ağzınızdan düşürmeyip, yan gözle eteklerin ardındaki bacaklara bakmadınız mı?
Siz iki bacak aranızı düşünmekten insan olmayı, yaşamayı, yaşatmayı, inanmayı unutmadınız mı?
Beyni aşağı kaymış sorunlu insanlar, sizin yüzünüzden Dünya'dan gidesimiz var...