20 Aralık 2011 Salı

Üşüyorsun...

Kar etrafını sarmış, beyaz gözlerini alıyor. Küçük küçük daireler gözlerinde dönüyor. Temiz havayı çekiyorsun içine. Sessizlik çökmüş etrafa. Bir masalda bir kahraman ölür, bir başka hikayede mutlu son yaklaşır, sen kendi öykünün sonunu yazarsın. Gözlerin dolar, ellerin uyuşur. Bir şarkı söyler sessizliği bölersin. sonra beyaz kendine çeker seni. Yavaş yavaş bir sıcaklık hisseder, uykuya dalarsın...
Ölüm sessizdir, derindir, güzeldir o an.
Huzurdur, bitiştir, başlangıçtır.
Sen dediklerine göre Dünyada olduğundan daha bilge, daha cömert, daha anlayışlı, daha sevgi dolu, daha huzur dolu, daha iyi olduğun bir dünyaya göçersin...
Ya peki ölmeden kalbi donanlar. Onlar ne bu dünyada ne de diğer tarafta bahsettikleri gibi daha iyi olamazlar.
Çünkü onlar ne bu tarftadır ne de diğer tarafta...

3 Aralık 2011 Cumartesi

UNUTURSUN

Bitti dersin, bu da bitti, ben de.
Gözlerin dolar, kalbin acır, avuçların terler, sesin titrer.
Her bitiş eğer istemediğinse, kabus olur rüyalarında...
Biten aşk, biten bir dost, biten bir umut, biten iş, biten sevgi...
Hepsi umulmadık, beklenmeyen zamanlarda ise acıdır ilk tadacağın.
Dibine kadar acıyı yaşar, ölene kadar ağlayacağını sanırsın.
Oysa unutursun meleklerinin seni koruduğunu.
Eğer şimdi bittiyse, sen beklemeden de olsa tam zamanıdır.
Yeni günlere kucak aç diye tam zamanında bitmiştir aslında.
Yeniden ayağa kalk diye, yine umutlan, yine sev, doğruyu bul diye bitmiştir.
Sen acını yaşarken hiç aklına gelmez doğru olduğu.
Ne zaman acının kullanım süresi biter, ne zaman gözlerin açılır, ne zaman mantığın devreye girer. İşte o zaman hayretle baktığın bitişler sana çok doğru, çok gerçek, çok zamanında gelir.
Unutursun çektiğin acıları sanki hiç yaşanmamış gibi.
Unutursun, unutursun, unutursun...

Unutursun için tıkla:)

21 Kasım 2011 Pazartesi

Yorulan Aşıklar konuşursa eğer, sözcükler birbirini kovalar

Çocuk çok yordun beni dedi. Sevdin, sevmedin derken yıllar geçti yaşlandım dedi.
Gözleri buğuluydu. Ağlamaktan değil, beklemekten, hep gelir diye uzaklara, geçen yıllara, gelecek günlere bakmaktan.
Yoruldum çok, dinlenme zamanım gelmişti dedi o alışılmış tonlamasıyla. Daha çok koşamazdım, daha çok bekleyemez, umutlanamaz, senin için bahaneler uyduramazdım. Bedenim, kalbim, hayallerim kadar ruhumda yorulmuştu. Ortak bir karardı. Dinlenme zamanıydı.
Yorgunluğumu başka bir bedende, bambaşka bir ruhta, düşlemediğim hayallerde dindirdim.
Ellerim sana kadar uzanamadı, belkide çok istemedim. Yeterince istemedim dedi yenilmişçesine.
Gözleri aynıydı, sesi, kafasını hafif yukarı kaldırışı, heyecanlığında tırnaklarını yiyişi, sinirlenince dudaklarını ısırışı. Herşeyiyle aynıydı.
Senin için dedi, seni n içindi ya herşey, şimdi herşey bambaşka. Herşey değişti, sen gittin, ben gittim. Ne o dünya var şimdi, ne sen çocuk, ne ben, ne de rüyalarıma yazdığım hayallerim.
Sen yine bunaldımda konuşuyorum sanıyorsun çocuk.
Bu sefer geçmişin tekrarı değil dedi. Gerçekten yoruldum ve bıraktım seninle olan hayalleri dedi hüzünle.
Vazgeçtim senden, umutlarımdan, senle dolu hayallerden. Dinlenme zamanı çocuk.
Anla beni vazgeçmek zorundaydım dedi. Şimdi daha önce kurmam gereken hayallerdeyim. Hiç kurmadığım hayallerde, farklı başrollerde yaşıyorum son çeyreğimi.
Sana son kez hoşkal demek istedim çocuk.
Elveda için çok geç biliyorum. Çoktan söylemem gerekeni hep beklettim son bir umutla.
Ama kalbim, ruhum, bedenim dayanamdı daha çok beklemeye çocuk.
Ben şimdi gidiyorum çocuk. Kaçıncı vedamız, birbirimize gözü yaşlı bakışımız, dudak büküşümüz bilmiyorum ama bu son çocuk.
Gidiyorum senden, senin gibi ruhlardan, senin olduğun rüyalardan, geleceğimizden, olmayan geçmişimizden.
Arkama son kez bakacağım. Ama bu sefer gülümseyeceğim çocuk. Gözyaşlarımı, sevgimi, umutlarımı, sakinliğimi, yıllarımı, özlemini, yalanları, hüzünlerimi geçmişimde bırakarak gidiyorum çocuk.
Şimdi başka bir ruhta, bambaşka hayallerde, başka bir bedende dinlenme vakti.
Hoşçakal...

Not: Yazımı okurken tıkla :)

14 Kasım 2011 Pazartesi

Hüznüm içimde dolaşıyor şuursuzca...


Hüznüm içimde dolanıyor şuursuzca.
İnsan olduğuma şükretmek için ne çok sebebim varken bir okadar lanet edesim geliyor.
Kızıyor, sesimi yükseltiyor, nefret ediyor, isyan ediyor, şikayet ediyor ama hiç birşey yapamıyorum...
Hiç birşey yapamıyorsam niye varlığımı insan olarak devam ettiriyorum ki.
Eğer neslim kendinden güçsüze doğanın dengesine aldırmadan saldırıyorsa, varlığımı insan olarak sürdürmek istemem.
Eğer neslim özgürce yaşamasını, konuşmasını, temsil edilmesini, seçmesini, seçilmesini...vb borçlu olduğu insana ihanet ediyorsa işte yine o zaman insan olduğuma utanırım.
Terör örgütü değil diyenler, cesetlerini Türk askeri bulmasın diye bıçakla kesip çuvallara koyan bir zihniyetle yarışıyorsunuz.
İnsan eğer sizlere deniliyorsa ben değilim. Sizinle aynı katagoride olmak istemiyorum. Çünkü bunu hak etmeyecek kadar duygum var.
Bir otobüs dolusu insanı yakmaya çalışan zihniyeti gördüğümde tüylerim diken diken oluyor, bu vahşeti yaşayan bebeklerin gözlerindeki korkuyu görünce gözlerimden yaşlar damlıyor.
Bir gemi dolusu insanı saatlerce korku içinde bırakan insan görünümlü varlık bence varlığını sürdürse de olur sürdürmesede.
Çünkü senin insanlığın kalmamışki.
Seni dört senedir görmeyen annenin de anneliği kalmamış. Cenazesini almaya giden milletvekilliğinin de milletvekilliği kalmamış.
Benim vekilim değil o kesin...
Ya senin? Kimin milletvekili? Deniz otobüsündeki insanların olmadığı kesin...
Ama hala benim vergimle o cenazeye arabanla gidiyor, yemek yiyor, hatta özgürce konuşuyorsun.
İşte burda isyanım, nefretim, tahammülsüzlüğüm... Sen bizim gibi fazlaca insan gibi insandan, insan muamelesi görüyorsun. İşte burda dengesizliğimiz...

Sizin yüzünüzden insan, insan olmak istemiyor.
Sizin gibiler yüzünden ben utanıyorum.
Sizin gibilerin olduğu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum.
Oturup yerimde bir mucize bekliyorum.
Hüznüm içimde dolaşıyor şuursuzca...
İnsan olmanın hüznü içimde...
Ya seni çıkarıcam insanlıktan ya kendimi...

26 Ekim 2011 Çarşamba

SEN!

Düşünmek için yaratılmış ve mucizevi bir şekilde kafana koyulmuş olan beyni kullanmak herkese nasip değil anlaşılan. Düşünmek, mantık kurmak, hesap etmek, tahmin etmek, değerlendirmek, en doğrusunu bulmak ve en önemlisi düşünürken kalbini ortaya koymak bu kadar zor mu?
Susmayı seviyorum uzun zamandır. Uzun zamandır çirkinliklerden susarak kaçtım. Çünkü her konuştuğumda bana da bulaştı çirkinlikleri. Farkettiğimde konuşmayı bıraktım. Sustum, içimden güldüm yada sadece bir bakıştı verdiğim cevap ama anlamadın. Anlamaman garip değildi. Sen bu kadar kötüye odaklanmışken, sana uzanan o hislerin farkına varman o kadar zordu ki. Hiç garip bulmadım, şaşırmadım.
Ben hala susuyorum. Muhtemelen sen hala konuşuyorsun. Ben bişey kaybetmiyorum, sen zamanı, insanlığını, kendini, içindeki çocuğu, saflığı, güzelliği kaybediyorsun.
Bundan dolayıki ben susarak hiç birşey kaybetmiyorum. Eğer bir savaşsa aramızdaki kazanmakta istemiyorum.
Sen zaten basit düşünerek kazanmışsın. Ne yaparsak yapalım insana yakışır şekilde çalışmayacak beynin.
Zorlamaya, yormaya gerek yok kendimizi.
Bırakalım seni boğul kendi çirkinliğinde.
Biliyorum sonunun bu olduğunu bilmiyorsun. Zannediyorsunki kazanıyorsun. Hayır sen kaybediyorsun.
Bilmediğin için burdan yazıyorum. Sen karanlıkta kalmaya mecbursun çünkü için kara ruhun kara...
Senden bana zarar gelmez, hepsi kendine zarar. Yine de acıdım haline yazıyorum buradan.
Sen düşüncelerinle varsın. Sorun şu ki içinde kötülük barıdıran bu düşünceler seni zamanla yok edecek, yok oluşuna, kaybedişine, mutsuzluğuna, sebep kaderi göstereceksin.Oysa hepsi basitliğinden ibaret. Ne Tanrıyı ne kaderi suçla. Sadece aynaya bak. Ha Bir de basitliğin çok güldürüyor beni unutma...

15 Ekim 2011 Cumartesi

Karanlığa küfretmektense, bir küçük ışık yak...



Karanlığa küfretmektense, bir küçük ışık yakın, daha iyi edersiniz. Andre Gide

Sadece eleştiren, problem hata bulamaya çalışan bir toplum olmamıza şaşırmalı mıyım?
Sadece yanlışa odaklanan insan topluluğu ne işe yarar ki?
Sosyal paylaşım ağlarına bakın. Kim neyi takdir ediyor?
Sadece birbirimizin yanlışını buluyor ikaz ediyor ama düzeltmek için ne gerekir onu sorgulamıyoruz.
Eleştirmek için koca beyinleri olan bir toplumuz.
Sıra çözüm bulmaya gelince kafasının içinde hava taşıyan insanlar oluyoruz.
İşte komik olan eleştirmek için çalışan o beyinler bize bir fayda sağlamıyor.
Geçen gün bir iş görüşmesinde aday, her çözüme kavuşturduğumuz şey bana keyif veriyor dediğinde ampül yandı beynimde.
Kimileri, şu problemi buldum, şu hatayı gördüm demekle iyi yaptıklarını sanıyorlar.
İyi de çözüm bulamadıktan sonra, çözüm için çabalamadıktan sonra problemi bulman ne işe yarar ki?
Sadece küfretmeyi, ayıplamayı, uyarmayı biliyoruz.
Elimizi taşın altına koymamız gerektiğinde çil yavrusu gibi dağılıyoruz.
Düşünen değil sadece sorgulayan bir topluluk oldu.
İşin kötüsü genç nesil sadece buna odaklanmış, hızla tüketen, eleştiren bir zihniyetle büyüyor.
Hiç ayıplamayın. Buda bizim eserimiz.
Sen değil misin evinden az önce çıkan komşunun kocasını çekiştiren.
Sen değil misin yaramazlık yapan çocuğun annesini ağzını yaya yaya başkalarına anlatan.
Sen değil misin o şöyledir bu böyledir deyip, başkalarını yererek aslında kendini hiiiç övmeyen.
Demiyorum ki eleştirmeyelim.
Ama kantarın topuzunu da kaçırmayalım.
Hayatımız eleştirmekten ibaret olmaya başladığında toplum olarak tıkanıyoruz. Kendi yolumuzu, çocuğumuzun geleceğini, hayatımızı tıkıyoruz.
Oysa çirkin kadar güzel, problem kadar da çözüm var.

14 Ekim 2011 Cuma

BUGÜN

Bugün dışarı at kendini yada evdeki, ofisindeki camı aç ve ciğerlerin patlayana kadar nedes al derin ve uzun.
Bugün seni çok üzen, sana devamlı sinir bozucu laf söyleyen, hep ağzının payını vermek istediğin ama kibarlığından söyleyemediğin kişiye hak ettiği sözcükleri ver.
Bugün uzun zamandır konuşmadığın, belkide gururundan aramadığın fakat çok özlediğin kişiyi ara ve özledim de.
Bugün bir çocuk parkı bul ve salıncağa binip gökyüzüne havalanmaya çalış.
Bugün en sevdiğin şarkıyı son ses çal ve avazın çıktığı kadar ona eşlik et. (Bu kısımı komşular ne der, o ne düşünüre aldırmadan yapacaksın)
Bugün dolabını aç ve en sevdiğin giysiyi seçip onu giy.
Bugün çok sevdiğin ama seni seviyorum demeyi ihmal ettiğin kişileri ara ve gönülden kocaman seni seviyorum de.
Bugün en çok canın çeken en kalorili ve en sevdiğin yiyeceği çatlayana kadar ye.
Bugün çocukken izlemekten en keyif aldığın çizgi filmi izle.
Bugün çıkar ayakkabılarını ve bulduğun çimlerde yalınayak koş.
Bugün eski fotoğraflarına bak, içlerinden en sevdiğini çerçevele.
Bugün uzun zamandır yazmadığın arkadaşlarına iki kelime yaz.
Bugün sadece kendin için yaşa, istediğini yap. Kim ne der demeden, önceliklerini başkalarına vermeden, tek önceliğin kendin olduğunu düşündüğün şekilde yaşa.
Sadece bugün yarını düşünmeden, belkide son günün gibi yaşa.

4 Ekim 2011 Salı

İNSANA MEKTUP

Ömrüm senin ki kadar uzun değil diye yaşamaya hakkım yok sanma. Senden fazla yaşamaya hakkım var. Senin dilinde anlaşamıyor olsam da, senden zekiyim ki seni anlayabiliyorum. Kötü bir şeyler olacağını anlayabiliyor, hissedebiliyorum. Üstelik üzerine betonlar döktüğünüz vefa bende hala yemyeşil. En büyük değerim benim. Vefa nedir fazlasıyla bilirim.
Ben ancak yaşayabilmek, hayatta kalabilmek için öldürürüm. Ancak bazılarımız yaşamak için öldürmek zorunda kalır. Yaradılış işte.
Yapılan iyilikleri hiç unutmayız. Çok da kötülük gelmiştir başımıza ama hala önyargılı değiliz. Biliriz ki iyilerde var bu dünyada. İyiliğe inandığımız için şüphe duymayız yanımıza yaklaşandan. Verdiği ekmeği binbir minnetle yeriz. Nerden biliriz kötüler rahatça iyi maskesi takar.
Kendimizi biliriz de, insanı bilmeyiz. Acımdan kıvranırken, bana zarar veren canlının bir başkası yardım elini uzatır. Bu yüzdendir insanı anlayamamız.
Biliyorum bazen birbirinize kızınca bizim adımızı birbirinize söylersiniz. Anlam veremiyoruz.
Biz size kendinizden daha çok zarar vermiş olamayız.
Vahşi olabilir bir kısmımız, ama henüz insanı geçemedik zarar vermede. Üstelik sizin kadar bu kadar bile bile, isteye isteye de zarar vermeyiz.

Bizim kalbimiz sizinkinden büyük ve sıcak.
Yardım etmenizden vazgeçtim, zarar vermeseniz yeter...
Biz kendimize yeteriz. Bırakın yaşayalım, bırakın ecelimizle ölelim. Kader diyelim.
Bir mont, bir çanta uğruna öldük demeyelim.
Bırakın çoğalalım. sizler gibi çocuklarımızı görelim.
Rahat bırakın bizi huzurla ölelim...





3 Ekim 2011 Pazartesi

Üş Şeyin vakti gelmekte

Mevsimsel değişimle üç şeyin vakti gelmiştir. Bir dolapta sakladığımız battaniyemiz, iki bitmemiş okunmayan bekleyen kitaplar, üç içimizi ısıtan kış çayımız.
Yaz, güneşle arada bir bizi kandırarak veda etmekte. Biz hala sıcak mı soğuk mu diyerek allak bullak olma durumundayız.
Ben yine başladım kış hayallerime. Güneş gidince kar hayallerim üşüşüyor beynime. Şöminem hep aklımın bir ucunda.
Geçen kış ah şu cumartesilerim bir tatil olsa demiştim. Ah hayallerim benim. Kalbim temiz sanırım ki en sonunda bir tanesini gerçek yaptı.
Geriye kar, şömine, battaniye, kitaplarım kaldı. Azı gitti çoğu kaldı.
O zaman, kış hayali tam zamanıdır...

1 Ekim 2011 Cumartesi

ÖLÜM, ÖLDÜRMEK KİMİN HAKKI??

Bugün yeni bir gün, bugün en güzel gün yada bugün son günüm...
Ne yazıkki başımıza ne gelebileceğini kestiremiyoruz. Hayat bu ne olacağı belli değil diyebilirsiniz.
Bir araba çarpabilir, uçak düşebilir, evden çıkarken silahlı saldırıya uğrayabilir, geçtiğiniz yola bomba konulabilir, yaralanabilir, sakat kalabilir yada ölebilirsiniz. Hangisinde daha şanslı olabilirsiniz?
Öğretmenseniz, doktorsanız insan olmayan, duygusuz, vicdansız yaratıklar tarafından kaçırılabilirsiniz. Görevinizi yapmak, para kazanmak için gittiğiniz yerden tabutunuz dönebilir.
Hayatta ne olacağı belli olmaz tabiki ama bu kadarı da yeter ama değil mi?
Biz hayatlarımıza hiç bir şey olamayacakmış gibi devam ederken, birileri canlı ölüler şuanda. Yaşayamıyor, hissetmek istemiyorlar. Acı onları yavaş yavaş yok ediyor. Hanginiz evladınızın, eşinizin, dostunuzun böyle bir ölümüne dayanabilir. Kader demeyin. Kaza değil, hastalık değil...
Birileri kasten canımızı alıyor. Duygusuzca, kalbi sıkışmadan, Allah'cılık oynadığının farkında olmadan. Yada bilerek rollerine devam ediyorlar.
Hükümeti eleştirdim çoğu zaman. Ama artık eleştirmekten yoruldum. Onlar geçmişte yaşadıklarının intikamını askerden çıkarmaya çalışırken düşmanlar içimizde gezdiler, ateş açtılar, öldürdüler.
Düşünsenize devletin karakoluna ateş açıp onca insanı rahatlıkla öldürebilen bir düşman var ve siz hala ne yapıyorsunuz?
Devlet için göreve giden öğretmenimizi kaçıran bir düşman var ve siz ne yapıyorsunuz?
Öldürmek onların bu kadar hakkıysa eğer, ölüm esas onların en büyük hakkı. Sadece bunca zamandır aldıkları canlar için bile ödeyecekleri çok şey olmalı.
Ölüm herkes için, öldürmek kimin hakkı belli.
O zaman öldüreni öldürmek yetecek mi??
Öyle dolduki yüreğim, öldürmek yetmez, işkence, ömür boyu hapis... vb. hiçbiri içimdeki yangını söndüremiyor.
Kalbimin yangını gölgemde bile parlarken, hangi yol yangını söndürür.
Yamaç paraşütü yapmak isteyen arkadaşımın ölümü, öğretmenimizin kaçırılışı, mühendisin işine giderken vuruluşu, halı saha maçındaki çiftin katliamı, düğünlerin cenaze evine dönüşü, yüzlerce köpeğin zehirlenmesi...
Şimdi ben ADALETE inayayım mı?
Şimdi ben DEVLETE inanayım mı?
Şimdi ben ORDUMA güveneyim mi?
Şimdi ben kime inanayım, kime güveneyim?
Bir ATATÜRK hayali var aklımda, rüyalarda hayallerdeyim.
Ben bu zamanda değil onun zamanında olmak, zorlukları onunla çekmek isterdim.
Ben bu zihniyetle yönetilen bir ülkede olamaktan dolayı üzgünüm.
Ben yönetebilecek insanı olmayan bu ülkede yaşamaktan dolayı utanıyorum.
Dünya'nın en büyük liderinin topraklarımda liderlik etmesinden dolayı GURURLUYUM ama çok geçmişte kaldık.
Geleceğe bakma zamanı değil mi?
Peki daha ne olması lazım aklımızı başımıza almak için?

25 Eylül 2011 Pazar

Huzuru hayallerde bulmak

Haftasonum buralardan uzakta geçti. Bol yeşil, sevdiğim insanlar, serin serin esen rüzgar, rüzgarın serinliğini törpüleyen güneş, kuş cıvıltıları, şen kahkahalar, zevkle sevgiyle döşenmiş harika evler, harika bir evin sahibi harika insanlar ve ben...
Nasıl güzeldi anlatmam mümkün değil. İşte hayalimdeki yaşam dedim.
Sabah kalktığında gökyüzüne uzanan yemyeşil ağaçları göreceksin, kuşlar cıvıldaşacak, onların sesleri seni şenlendirecek, küçük bir bahçe, bir hamak, dostlarını ağırlayıp uzun sohbetler edeceğin bahçede bir oturma grubun olacak. Domatesin komşunun bahçesinden sofrana uzanacak, maydanozlar senin bahçenden, bir de sana hep sevgiyle bakan bir eşin olacak yanında.
Haftasonum çok huzurlu, çok eğlenceli bir o kadar yorucu geçti. Ruhum oralarda kaldı bedenim buralarda.
Hayallerim geldi yine aklıma.
Hayallerimde gülen yüzler var menfaatsiz, güzel bir bahçe var, müstakil küçük bir ev var, etrafımda yaslanabileceğim, gülebileceğim, ağlayabileceğim dostlarım var, beni seven hayat arkadaşım sevgilim var, annem, babam, kardeşim var, sabah yürüyüşleri yapabileceğim yürüyüş yolları var, kuşlar, kediler, köpekler var, yağan yağmurun ardından gelen toprak kokusu var, güneşin tenini ısıtması var, keyifli anlarda içilen kahven var, öğlen uykuları var...
Akşamdan kalmış yemekleri yiyen kediler, uzun akşam yürüyüşleri, sabah uzun kahvaltıları, zevkle okunan kitaplar...
Huzur var hayallerimde. Hayal kurmanın bir huzuru var. Hayallerime zaman var...
Daha zamanım, acelem ve hiç bitmeyecek hayallerim var.
Bütün bunlarla birlikte harika geçen bir haftasonum var. Yüreğim yeşillerin içinde kaldı, bedenim betonarmelerin arasında...

23 Eylül 2011 Cuma

GÜZELİ BULMAK, GÜZELE VARMAK...

Uzun zamandır yada uzun sandığım zamandır mutluyum ama mutluyum demeye korkarım. En son mutluluğu tadarken dost sandığımın hançeriyle arkamdan vurulmuş, ilk yediğim büyük ihaneti sindirmekte zorlanmıştım. Üzüldüm ya çok, çok da dostum olduğunu anladım. Çoğu da ağız birliği etmiş gibi hayırlısı demişti. Ben o hayırlısını bir türlü anlamdıramamıştım. Bundan yaklaşık bir sene sonra anlıyorum, hak veriyorum.
Hayat işte sana ne göstereceği belli değil. Bir gün terfi alırsın, bir bakmışsın sonra işinden olmuşsun, bir bakmışsın aşık olmuşsun, kelebekler midende gezer. Sonra zaman geçer kelebeklerin yerine monoton gelip gitmeler alır sonra bir bakmışsın sana deli divane sevgili yeni aşklara yelken açar sana haber vermeden. Aşk bu boşver ne gerek var dersin mantığınla seversin, bir bakarsın bir süre sonra o sevdiğin mantık mantıksız olmuştur artık. Severek evlenirsin severek boşanırsın. Lanet ederek evlenir severek ömür geçirirsin. Gençliğini yaşarsın, en keyifli anında eşini yitirir kara toprağa gömersin. Üç gün önce bağırdığın eşin toprağın altına girerken sen o üç gün önceki bağırışlarınıza küfür edersin. Bittiğinde anlarsın. Canından sevdiklerine Seni Seviyorum demez onları kaybedince seviyorum diye ağlarsın. Hayat bu ya süpriz olmamalıdır hiç birşey. Bugün canını verdiklerin yarın üç kuruş için arkandan vurur. Sevmemeye yemin ettiğin anda kalbin sana inat hızla çarpar. Bıktım dediğin anda en çok istediğin dilek bir bakmışsın oluvermiş. Ümidinin kalmadığı tükendiğin anda herşey tersine döner sen bile inanamazsın.
Güzeli bulmak, güzele varmak emek ister, gözyaşı ister, çaba ister, zaman ister, inanç ister, sevgi ister, bir de güzeli hak edecek kalp ister.
İşte bu sebeple kötülükle beslenen ve kötülükle mutlu olmayı, çok kazanmayı, terfi etmeyi, sevgi kazanmayı, ömür geçirmeyi planlayanlar güzeli bulamaz güzele varamazlar. Her bulduklarını sandıkları güzellik aslında aldatmacadır, gelip geçicidir. Onların elde ettiklerini sandıkları güzellik arkasından gelecek olan kötülüğün aldatmacasıdır. Bu yüzden ben artık mutlu olmaktan korkmuyorum. Çünkü karanlığı hak edecek bir kalbim hiç olmadı. Sadece karanlıklar güneşin habercisi oldu bana, yol gösterdi.
Hıçkırarak ağlamak, kahkahalarla gülmek, sinirden dişlerini sıkmak, heyecandan bacağını sallamak, utançtan dudağını ısırmak, mutluluktan zıplamak, telaştan koşmak...
Hayat bu işte, rollüne göre oyna diyecek...
Eğer kalbin güzeli hak ediyorsa eninde sonunda varış noktasında güzel ile buluşacak.
Biraz emek, zaman, umut ve inançla  güzeli bulmak, güzele varmak. İşte hayatın sana söyleyebileceği yegane şey.
Sen eğer şu an bitmiş, tükenmiş, aldatılmış, yaralanmış, hırpalanmış veya dışlanmışsan bilki son değilsin.
Kalbine güveniyorsan sonunda güneş var unutma.
Ama biraz emek, gözyaşı, çaba, zaman, inanç, sevgi gerek...

Yazıma içimdeki huzuru, mutluluğu, dingilliğimi müzikle kattım. Sizin için. Sadece tıkla:)

25 Ağustos 2011 Perşembe

Merhaba ben İnsan

Merhaba ben İnsan...
Ben farklıyım, bu sebepten bana insan derler.
Bitki, hayvan, eşya, nesne... değilim insanım. Farkım var.
Bilmeyene anlatayım kendimi.
İnsan derler bana bu dünyada.
Keyfim bol havuzlu, bol yeşillikli denize sıfır otel çeker. Bitki dediğim benden farklı, benim gibi olmayan canlıları keserim. Sonra yaptığım betonermelerin çevresine kestiğim ağaçların benzerlerinden serpiştiririm. Reklamım hazır. Doğayı sevenler için yeni otelimiz açıldı.
Canım yüzen yunus görmek ister. Yaparım kendime göre kocaman havuzları. Koyarım bir kaç yunus. Önünde bir gişe. Reklamım hazır: Hayvanseverler için yeni dünya yarattık.
Evet ben üstünüm tüm canlılardan. Ezerim, geçerim, yaşatırım, öldürürüm, çoğalırım.
Ben bazen durmasını bilmem. Üremeyi dünyaya geliş amacım sayar yaparım kendim gibi üç beş canlı. İnsan olur onlar. Onlar fazla gelir bana, sokağa atarım, onbeşinde evlendiririm, kocasından dayak yiyip geri dönen kızımı töre için öldürürüm. O da yetmez ben insanım ya bayram günü kapıma gelen küçük inasancıklara önce tecavüz eder sonra onları öldürüp kesip gömerim. Ben insanım, bu canileri şanslıysam bir sene sonra yakalarım. O cani insan, yaptığını kanı donmadan tekrar tekrar anlatır. Sonra ben hem insanım, hem adalet sağlayanım, caniye on yıl hapis yaptırıp, serbest bırakırım. Ben adaleti sağlarım ya ekmek çalan aç çocuğa beş sene verip adalet var bu dünyada derim.
Ama gel gör ki öldürdüğü onca bebeğe, askere, sivile bakmadan bu katili bir adaya koyup beslerim, öldürmem insan hakları derim. Çünkü ben insanım. O da yetmez bu caniyle aynı masada oturabilirim. Oturduğum yerde akan insan kanını görmem. Çünkü unutma ben insanım.
Ayağına taş bağlayıp köpeği denize atan zihniyete birşey yapmam çünkü ben insanım, ancak insan öldürürsem bunu suç sayarım.
Ben para için annemi, babamı doğrar, gözümü kırpmadan bir başka insanı öldürürüm.
Biri birine kötülük ederken görürsem atılan çamur bana sıçramayacaksa sesimi çıkarmam. Biliyorsun ya ben insanım, menfaatime bakarım.
Aç bir kedinin önünden geçer bir lokma yemek, bir kap su vermeyi düşünmem. Sıcakta hayvanlara su verin diyen insanlarla dalga geçerim. Çünkü insanım ben, üstün ırk, üstün varlığım.
Ben takım tutarım vatanımdan daha çok. Takımım yenilirse gözümü kırpmadan karşı takımın taraftarlarına saldırır, hak ettikleri cezayı satırlarla veririm. Ama sıra gencecik vatan bekçilerini öldürenlere gelince beklerim, daha öldürsün daha çok anne ağlasın diye. Dinimi, demokrasiyi, insan haklarını öne sürer akıtılan kanları seyrederim. Gıkımı çıkartmam.
Ben insanım ama kadın ve erkek olarak ayrılırım. Kadından doğma, erkekten olmayım. Ama erkek olarak geldiysem dünyaya şanslılardanım. Çünkü ben insan, kızım doğduğunda üzülür, yüzüne bakmam, hatta yaşadığım toprağın geleneğine göre onu diri diri gömebilirim de. Erkek çocuğuma hovardalık öğretir, kız çocuğuma bacak arasını korumasını tembihlerim. Erkek çocuğumun o hovardalığı kimin kız çocuğuyla yapacağı düşüncesine aldırmam. Çünkü ben hem insanım, bazen de egosu yüksek erkeğim.
Ben hem insan hem kadınım. Evlendiğim, aynı evi paylaştığım erkek benden uzaklaşır çok eşli olmak ister, ve beni aldatırsa suçu önce kendimde ararım. Çünkü ben kadınım daima bakımlı, sağlıklı, neşeli, hamarat olmalıyım. Ben hizmetkarım. Bunu savunur, doğan kız çocuğuma bunu öğretirim.
Ben insanım, ben bencilim, ben vefasızım. Kendim gibi olmayanı reddeder, öldürür, yok eder, yok sayarım.
Ben insanım, beni var edeni unutur, ruhumu şeytanla değiştiririm. Beni var edeni kullanarak aldatır, rant sağlar, kandırırım, aynı zamanda kanarım.
Ben insanım şu gördüğünüz tüm canlılardan daha üstünüm.
Bunu kanıtlamak için daha ne yapmam lazım?




20 Ağustos 2011 Cumartesi

FOTOĞRAFLAR FISILDIYOR DUYDUN MU?

Saatlerce baktığınız ve bakmaktan yorulmadığınız anlar var mıdır? Peki o anların fotoğrafını çektiniz mi?
İşte fotoğraf bu yüzden vazgeçilmezimizdir. An bitsede sen tekrar tekrar bakar, tekrar tekrar yaşar, tekrar o ana dönersin...
Uzun sarı saçlı kız kapının ardından size tedirgin ve masum bakışlar ile bakar. O an orda olmak onun yerinde olup Dünyaya bakmak istersiniz. An kaybolur, kız kapıyı kapatır, siz hayallerinizle kalır, ardından bakakalırsınız...

Miskin miskin otururken bir fotoğraf seni yerinden kaldırır. Enerjiyi içinde, ruhunda hissedersin. Kış ayazında sana yazı getirir. Renkler seni karanlık dünyadan çıkarır.

Başka bir fotoğraf seni taa uzaklara götürür. Çocukluğuna, yıllar öncesine dönersin. Yanından ayırmadığın oyuncağın aklına gelir. Onsuz gitmediğin tatiller, gezmeler, parklar gelir aklına. Gülümsersin özlemle...

Aşktır sana anımsattığı... Ayaklarını yerden kesen AŞK... Ne kelimeler yeter ne fotoğraflar anlatmaya. Fotoğraflarda kalan bir iz olur çok sonra. İşte bazı fotoğraflar sadece aşk kokar. Aşıklar hatırlasın diye fotoğraflar onları ölümsüz kılar...

Şaırdığın bir anın fotoğrafıdır bazen gördüğün.

Bazense hissetmediğin, özlediğin sevgi, şefkattir karşındaki fotoğrafta duran. İmrenirsin bu aşka... Bir tebessüm belirir dudaklarında...

Tatil fotoğrafları en eğlenceli olanlarıdır. Hatırlarsın tekrar ve tekrar güzel anlarının. Offf şu şezlongda yatmak ne güzeldi dersin imrenerek...

Bazen çılgın, bazen eğlenceli, bazen hüzünlü bazen karışıktır bu fotoğraflar. Kimisi anılarını tazeler, kimisi özlemlerini hatırlatır...
Fotoğraf gerçektir aslında. Yaşadığın, yaşayamadığın gerçekler.
Onlar sana hep bişeyler fısıldar. Tabi onu duyabilirsen...

12 Ağustos 2011 Cuma

Pembem, kırmızım, grim, siyahım hepsi benim, hepsi ben...


Kırmızının heyecanı, grinin monotonluğu karamsarlığı, siyahın matemi, pembenin mutluluğu, beyazın huzuru saflığı, yeşilin doğallığı, morun deliliği...
Fotoğrafa baktığımda hayatımızın dönemleri aklıma geldi. Pembeden siyaha atladığımız sonra beyazla buluştuğumuz dönemler...
Pembeyle karşılaştığımızda korktuğumuz, biteceğine inandığımız ve yanılmadığımız anlar...
Kimin hayatı hep pembe, yada siyah???
Renklere sahip çıkmadığın zaman renkten renge her geçişte o kadar yara alıyorsun. Kader var ya hep dilimizde olan. İşte dilimizde olduğu kadar beynimizde de barınsa. Hani sağlam dursak geçişlerde de yıkılmasak, düşmesek sadece sendeleyerek atlatsak.
Geçmişe baktığımızda renklerimizi görüyoruz. Pembeler, maviler, griler, artan sorumluluklar, yeni başlangıçlar, son vermeler, hastalıklar, hıçkırıklar, kahkahalar...
Seni sen yapan renkler...
Hepsi sende iz bırakıyor. Bazen bir zil sesi seni korkutuyor, bir yağmur damlası sevindiriyor, bir gülüş heyecanlandırıyor...
Seni o renkler sen yapıyor...
Bedenime pembeyi doladım dolaşıyorum. Siyahlarımı grilerimi anıyorum, pembemin değerini biliyorum. Belki de diyorum o siyahlar bugünümü pembe yaptı. Kim bilir???

NOT: Fotoğraf Nazlı Özçetin tarafından. Takip etmek isteyenler için facebook sayfası aşağıdadır.






Kelimelerini değiştir

1 Ağustos 2011 Pazartesi

İstanbul...
Yaşamadığım yaşamayı hayal ettiğim şehir. Hayaliyle mutlu olduğum şehir. Çok yer var aklımda, gönlümde...
Cadde de içilen kahve, Ortaköy de yenilen waffle yada kumpir, nişantaşında insanı büyüleyen mağazalar, baş döndüren Nişantaşı havası, Kızkulesine bakan hüzünlü gözler, Boğazın serin suları, Üsküdar'da bir gece, Topkapının tarihi kokusu, Dolmabahçe'nin kalbine çizdiği Atatürk...
İstanbul bitmezki anlatarak. İstanbul seni çağırmaz, sen koşarak ona gidersin. İstanbul beklemez zaman akıp gider sen geç kalırsın...
İstanbul hükümdarların paylaşamadığı şehir. Uğruna canların düşünülmeden verildiği şehir...
İstanbul bir ülkenin kalbi, atardamarı...
İstanbul büyülü bir dünya. Tüm çilesine rağmen gözünü kör edip kendine aşık eden şehir.
İstanbul deniz kokar, İstanbul tarih kokar, İstanbul farklı kültürler kokar, İstanbul eğlence kokar, İstanbul özgürlük kokar, İstanbul sevgilin, annen, baban, kardeşin kokar...

NOT: Fotoğraf Nazlı Özçetin tarafından.
İlgilenenler için bloğu linkte.

31 Temmuz 2011 Pazar

AŞK...

Biz hiç beceremedik sevmeyi de terketmeyi de. Ne zormuş bitsin demek hala severken seni.
Aşkın o buruk, tatlı ama bir o kadar hırçın tadını getiriyor ağzıma.
Kokusu buruk, şekerli, zaman zaman fresh.
İçinde heyecan, nefret, huzur, korku, coşku barındıran alak bullak hikayeler. İşte o hikayeler aşkla hep birleşir. Zaman zaman unuttuğumuz hikayeler. Ama her filmin bir köşesinde bulunan esas oğlan aşk...
Aşk kalbini çalıştıran, mideni çalıştıran, beynini uyuşturan his. Özlemle taçlandırıldığında acısını hissedip ve bu acıdan mulu olduğumuz anlar...
Aşk uyukuyu kaçıran, gözlerini güldüren, mutlu mutlu hayata baktıran...
Aşk ki hüznü barındıran, öfkelendiren, gözyaşı döktüren.
Aşk tüm zıtlıkları barındıran vazgeçemediğimiz, istemiyorum diyemediğimiz...
Aşk vazgeçemediğimiz...

Aşk zaman zaman zaafımız...
Aşk mantığı alt eden tek şey...
O zaman şarkım sizlere.
Gözlerinizi kapatıp dinleyin.
Sizin hiç sevmeyi de terketmeyi de beceremediğiniz oldu mu?
http://www.dailymotion.com/video/xjy6hm_model-deymesin-ellerimiz-2011-yeni-hq_music

NOT: Fotoğrafçımız Nazlı Özçetin. Bloğu ilgilenenler için linkte.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Cumartesi

Benim için artık Cumartesi ne demek?
Ayaklarını uzatıp çavdar ekmeğin, beyaz peynirin, domatesin, salatalığın, zeytinin ve kokulu çayınla keyifli kahvaltı demek.
Bloguna ayrılabilecek zaman demek.
Bitmemiş kitaplarına umut demek.
Çoğalacak haftasonu kaçamakları demek.
Arkadaşlarla geçirilebilecek keyifli dakikalara eklemeler demek.
Daha çok kendi zamanın demek.
Yedi yılın özlemi demek.
Yedi yıldır kurulan hayalin gerçek olması demek.
Evet hayırlı bir vesileyle cumartesilerimi boşa çıkarıp yeni hayallere devam demek...

29 Temmuz 2011 Cuma

Bir Ağva Yolculuğu için bana katılın

Ruhumuzu ve bedenimizi temizlemek için küçük bir yolculuğa çıkmaya karar verdik. Amaç belliydi de en iyi yer neresi olacaktı. İşte onun üzerine düşündük. Bursa'dan çok uzun yorucu bir yolculuk olmadan gidebileceğimiz seçeneklerden en iyisi AĞVA olarak gözüktü. Eşim özenle araştırdı buldu kalacağımız yeri.
Bir gece önceden bavullarımızı hazırladık. Tatilin en sevdiğim yanı bavul hazırlamaktır. Bir çok kişiye lüzumsuz ve sıkıntı gelen bu tatil öncesi eylem bana büyük haz veriyor. Neden  mi? Bir kere bavul hazırlama evresi aslında bir hayal evresi?
Şöyle ki; akşam yemek yerken azıcık eser, içki içimi ısıtır, o zaman çok kalın olmayan bir hırka işimi görür.
Sabahları erken kalkarım güneş olmayan bir yerde oturursak ve havada tatlı tatlı eserse şu tshirt iyi gelir.
Kahvaltıdan sonra ormanda yürüyüş yaparız spor ayakkabılarımı yanıma almalıyım. Ama çamurlanırsa üzülmeyeceğimden olsun çünkü hava yağışlı gözüküyor.
Hava bu hiç belli olmaz şu bikinimi alayım, hem kapalı havuzu da varmış, azıcık yüzersek fena olmaz...
İşte böyle yaşanmamış anlar hayal edilir. Bu sebeple en sevdiğim kısımlarındandır bavul hazırlamak. Ama dönüşe hazırlanan bavulu toplamak da en nefret ettiğimdir. Çünkü bittinin özetidir.
Evet biz Ağva’yı seçtik, bavulları topladık ve cuma akşamı çıktık Ağva'nın daracık yollarına. Baştan söylüyorum güzeli elde etmek öyle kolay değildir. O yüzden yolları hayli virajlı, gece yolculuğunu çok tavsiye etmesemde biz hayli eğlendik kendi kendimize.
Cuma gecesi otelimize ve tabi ki Ağva’ya varmıştık. Ağva'da kalmak için öneri isteyenler için otelimizin adını veriyorum. Aqua Verde'da kaldık. Odalardan bir iki fotoğraf sizlere...

Nehrin diğer kıyısında arabamızı bıraktık ve bir salla otele doğru geçtik. Hayli ilginç bir geçişti. Salı merak edenler için fotoğraflarım iş başında.
O uzun ve virajlı yoldan sonra mışıl mışıl uyuduk. Çok yorgun olmamıza rağmen sabah erkenden ve dinç kalktık. Bunu da Ağva'nın temiz havasına verdik. Evet evet çok iyi yapmıştık buraya gelmekle. Tabi temiz hava ne yapar, acıktırır. Güzel bir kahvaltı için tam zamanıydı ve tabiki kahvaltı...


Kahvaltı yeşilliklere karşı keyifle yavaş yavaş yapıldı. Keyifli bir sohbet bol oksijen, harika bir kahvaltı. Ve tabi kahvaltının sonunda ne dedik. İyiki gelmişiz evet, evet...
Kahvaltı bitince biraz oteli keşfetmeye başladık. Karar veremeyenleri taaa oralara kadar yormuyorum fotoğraflarla oteli de bedavadan incelemiş oluyorsunuz.



 Oteli gezdikten sonra azıcık nehir kenarında oturup temiz havayı içimize çektik. Ordan burdan derken muhabbet ilerledi güneş yüzünü iyice gösterdi.


Biraz da nehirde turlamak istedik. İyiki de yapmışız, deniz bisikletiyle birlikte gezinti çok eğlenceliydi. Tüm o nehrin kıyısındaki küçük butik otelleri, evleri seyrettik. Fotoğraflar çektik. İçimize temiz havayı alıp yine iyiki gelmişiz dedik. Şimdi o keyifli turdan fotoğraflar...


Tabi bu kadar bol oksijen, aktivite insanın karnını acıktırıyor. Hemen oteldeki garsona soruyoruz nereye gidelim nereyi tavsiye edersin diye. Kilimli diyor ve hayli kibar şekilde bizi yönlendiriyor. Neyse arabamızla yola çıkıyoruz. Yolunu görünce nereye gittiğimize anlam veremiyoruz. Halbuki şef garson tam deniz kenarında muhteşem manzaralı bir yer demişti Kilimli Restaurant için. Yollar çok içimizi açmasada merakla ilerliyoruz. Sonunda Kilimli yazılarını ve otopark girişini görüyoruz. Girişte para istiyorlar. Ne saçma Restauranta girmek içinde para alınır mı diye söyleniyoruz lakin anlıyoruzki buranın bir de plajı var ve su masmavi. Manzaraya bayılıyoruz. Su hem yeşil hem mavi. İnsanı kendine çekiyor. İnanmıyorsanız fotoğraflar size gelsin.



Tüm bu fotoğraflar Kilimli Restaurant'dan. Oturduğunuz yerden hem yemek yiyor hemde bu eşsiz manzarayı seyredebiliyorsunuz. Yemekleri de güzel, ancak manzara kadar değil. Ordan plaja indik. Sonuç yine harika , su harika , plaj güzel ve yine aynı tonla iyiki gelmişiz, evet, evet dedik...
Kilimlideki güzel yemeğimizden sonra otelimize geri döndük. Güzel bir duşla akşam yemeğine hazır hale geldik. Akşam yemeği de en az öğle yemeği kadar keyifliydi. Hatta şu an yazarken bile keyif duyuyorum. Nehrin kenarında yerimizi aldık. Bir de güzel bir şarap seçtik. Saat 19:00 da yemeğe oturup saat 23:30 'a kadar yemeğimiz ve tabiki talı muhabbetimiz sürdü. Yavaş yavaş içilen şarap, arkadan gelen tatlı canlı müzik, hafif esinti ne üşüttü ne terletti ve tabiki taptaze temiz hava. Bir de güzel muhabbet daha ne isteriz ki...

İşte keyifli akşamımızı simgeleyen fotoğrafımız.

Böylelikle ertesi gün kahvaltıdan sonra Ağva turumuzu bitirip dönüş yolculuğumuza döndük. Görmeden geçmeyelim deyip Şile ve Polenezköy yaptık ama hiçbiri Ağva'nın tadını vermedi. Böylelikle bir haftasonu kaçamağı bitiverdi. Dönüş tabiki gidiş kadar keyif vermedi. Ama yine de evimize vardığımızda her zamanki gibi evim evim güzel evim dedik.
Tatil biter, hayat devam eder diyerek aşağıdaki şarkıyı size armağan ediyorum.

http://www.dailymotion.com/video/x2pa4y_aventura-cuando-volveras-live_music

P.S: Çok yakında Yaz tatili yazılarım gelecek. Bekleyin. Az sonra...