21 Şubat 2013 Perşembe

Sıkkın bıkkın zaman sırasında...

Yorgun, kızgın, ümitsiz, yaralı, acılı, huysuz, sinirli, meraksız, bitkin, uzak, mızmız, pasaklı, sessiz, neşesiz, durgun, amaçsız... Daha nice karanlık negatif sıfatı yakıştırabilirim bu iki haftaya...
Hep bir sıkıntı hep bir panik hep bir olumsuzluk hep bir bitmişlik peş peşe.
O kovaladı ben kaçmadım. Teslim oldum kaçmaya hiç yeltenmedim. Nazar dediler, depresyon dediler, hava değişimi, iş yoğunluğu...
İş yoğunluğu bişey değil gönül yorgunluğu olmasın dedi bir arkadaşım. Öyle içten öyle sükunetle geldiki bana bu cümle...
Tam yerinde tam olması gerektiği gibiydi.
Herşeyin yorgunluğu, herşeyin yoğunluğu geçer giderde, gönül yorgunluğu olmasın.
Her telefonun ucundaki, sesini uzun zamandır böyle duymadım dedi.
Daha fena oldum neyim var diye. Ama biraz düşününce demek ki içimdeki enerjiyi hep vermişim karşımdakilere. Enerji tükenince, tıkanınca, tökezleyince sevdiklerime de gitti sesimle dalgalanan ruh halim.
Yataktan emekleyerek çıktı, iştahla yedğim tostu zor bitirdim, keyifle baktığım camın perdesini kapattım, gülerek baktığım manzaralara boş ifadelerle baktım.
Ama her geçen geçen gün bir derece daha azaldı. Etkisini daha az hisseder, daha az acı hisseder oldum. Bir de canımı sıkanlara hayalet muamelesi yapınca daha eğlenceli oldu.
30 umdan sonra şunu anladım canınımı sıkıyor, sinirlendiriyor, üzüyor yada kırıyor mu, incitiyor mu seni. Yok say. Hiç olmayan bişey canını ne kadar sıkabilir ki.
Bırak hayalet olmaktan o sıkılsın...